19 Ocak 2008 Cumartesi

Alternatif Başörtüsü Senaryosu

Senaryo bu ya...

17 Ekim 2014:
3. Dünya Savaşı çıktı, Türkiye de savaşa katıldı.

20 Mart 2018:
Türkiye savaştan yenik çıktı, ülke işgale uğradı.

11 Şubat 2022:
Ahmet Mehmetoğlu önderliğinde yapılan Kurtuluş Savaşı başarıya ulaştı.

23 Mayıs 2023:
Türk İslam Cumhuriyeti kuruldu.

28 Şubat 2027:
Kılık Kıyafet İnkılabı yapıldı. Kamu görevlisi erkeklere sakal bırakmak şartı getirildi. Bayanlar ise türban takmak zorunda.

17 Eylül 2029:
Devlet memurlarından eşlerinin başı açık olanlar fişlenmeye başladı. Bu kişilere terfi yolları "Rejim düşmanı" oldukları gerekçesiyle kapatıldı.

21 Kasım 2029:
TSK, eşlerinin başı açık olan subayları "Rejime karşı tehdit" oluşturdukları gerekçesiyle, YAŞ kararı ile ordudan attı. Ordudan atılan 4217 subay Asya İnsan Hakları Mahkemesine başvurdu.

14 Aralık 2029:
Asya İnsan Hakları Mahkemesi, ordudan atılan subayların yaptığı başvuruyu "Ülkenin iç hukuk sistemini ilgilendirir" diyerek reddetti.

14 Haziran 2030:
YÖK, kamusal alan olduğu için üniversitelerde türban zorunluluğu getirdi.

15 Haziran 2030:
Başı açık olarak üniversitede okuyan kızların okullara girişi yasaklandı.
Üniversite giriş kapılarında izdiham oldu. Olayı protesto eden öğrenciler pankart açarak eylem yaptılar. Polis eylemcileri güçlükle dağıttı.

8 Ağustos 2031:
Başı açık olarak okumanın en doğal insan hakkı olduğunu ve kısıtlanmasının adil olmadığını söyleyenlere sabık cumhurbaşkanı Hasan Hüseyinoğlu sert çıktı:
"Başı açık okumak istiyorlarsa, Fransa'ya gitsinler".

5 Kasım 2034:
Özgürlük Demokrasi ve Adalet Partisi, genel seçimlerde %32 oy alarak iktidara geldi. Parti Başkanı Celal Cemaloğlu, rejimle bir sorunlarının olmadığını söyledi.

9 Ocak 2035:
ÖDAP'in DPT'ye eşinin başı açık müsteşar ataması büyük tepki gördü. Bunun rejime meydan okuma olduğunu iddia eden muhalifler, Yargıtay'a başvurarak ÖDAP'in kapatılması için işlemlere başlanmasını istediler.

14 Mart 2035:
Yargıtay Başkanı Selman Selimoğlu, ÖDAP Başkanı Celal Cemaloğlu'nun yaptığı bir seçim konuşmasında söylediği "Biz bu ülkede adalet istiyoruz" sözünden yola çıkarak: "Cemaloğlu'nun ülkede adalet olmadığını, dolayısıyla ülkeyi mevcut anayasaya göre yönetelerin zalim, anayasanın ise zulüm üzerine kurulu olduğunu ima ettiğini, bunun ise rejime karşı büyük bir hakaret olduğunu, ve Cemaloğlu'nun şahsının rejime karşı tehdit oluşturduğunu" gerekçe göstererek ÖDAP'i kapatma kararı aldı. Cemaloğlu'na ise rejime hakaretten 1 yıl hapis cezası verildi.

22 Ocak 2036:
Hapisten çıkan Cemaloğlu, Hak ve Hürriyet Partisi adında yeni bir parti kurdu.

17 Eylül 2037:
Yapılan erken seçimde HHP, %53 oy alarak iktidar oldu.

19 Eylül 2037:
Hicret Gazetesi yazarı Ömer Osmanoğlu, HHP'ye oy verenleri "odun kafalı" olarak nitelendirdi.

20 Mayıs 2038:
HHP, 2024 anayasasının özgürlükleri kısıtlayıcı olduğunu iddia ederek yeni anayasa yapılması için çalışmalara başladıklarını bildirdi.

18 Haziran 2038:
İslam Cumhuriyeti Partisi Lideri Metin Mersinoğlu, HHP'nin hazırladığı anayasada başı açık gezmenin serbest bırakılacağını, bunun ise rejime karşı büyük bir tehdit olduğunu, HHP Lideri Cemaloğlu'nun ateşle oynadığını söyledi.

30 Temmuz 2038:
Anayasa tartışmalarına katılan Hicret Gazetesi yazarı Salih İdrisoğlu, başı açık okumanın türbanlı öğrenciler üzerinde baskı oluşturacağını iddia etti. Böyle bir baskının kabul edilemez olduğunu iddia eden İdrisoğlu, HHP'yi rejime yönelik en büyük tehdit olarak değerlendirdi. İdrisoğlu ayrıca AİHM Kararını hatırlattı.

21 Ağustos 2038:
Genelkurmay Başkanı Abdullah Rahmanlı, rejimi korumaya kesin kararlı olduklarını açıkladı. HHP'nin çalışmalarının rejimin altını oymaya yönelik olduğunu söyleyen Rahmanlı, "Türk Ordusu buna müsaade etmeyecektir" dedi.

14 Şubat 2039:
HHP'nin hazırladığı "Herkes kılık kıyafetinde serbesttir." maddesini de içeren Anayasa, yapılan referandumdan ‡%79 oranında "Evet" oyu alarak kabul edildi.

16 Şubat 2039:
Genelkurmay Başkanı Rahmanlı darbe yaparak iktidara el koydu. Rahmanlı halkın kandırıldığını, ne yaptığını bilmeden oy kullandığını, cahilliklerinden ötürü böyle bir hataya düşmüş olmalarını anlayışla karşıladıklarını, ancak halk için en iyinin ne olduğunu kendilerinin bileceğini ve uygulayacağını söyledi...

16 Ocak 2008 Çarşamba

Evrim Teorisi

Bir dine inanıp da kuralları ile bağlı kalmak istemeyen insanlar, vicdanlarını rahatlatmak için dinleri ve dolayısıyla Yaratıcıyı inkar etme ihtiyacı hissediyorlar. Bir Yaratıcının varlığını inkar ettikleri durumda da kainatın ve canlıların ortaya çıkış şekline bir cevap bulmaları gerekiyor. Aksi takdirde gerçeği aramaya programlı vicdan onları rahat bırakmıyor.

Evrim Teorisi de bu ihtiyaca binaen ortaya atılmış bir teoridir. Ve adı üstünde, "Teori"dir.
Bu teori canlıların evrimleşmesi üzerine bina edilmiştir. Ama en büyük eksigi, "hayat"ın evrimleşmesidir. Evrim Teorisyenleri buna bir açıklama getirmekten acizdir. Bu yüzden bu konuya girmek de istemezler.

"Hayat" atomların içinde mevcut sihirli bir güç mudur? Bir enerji formu mudur?
Cansız olan atomlar, bir canlının vücuduna girdiklerinde hangi kanunlar dahilinde iş görmektedir? Ne yapılıp edileceğine karar verdiği düşünülen DNA ve RNA da haddi zatında cansız atomlardan oluşan moleküler yapılardır. Hayatın özü bunlar mıdır?

Canlılar Karbon, Azot, Hidrojen, Oksijen gibi 4 temel elementten oluşur. Hatta bu elementler zamanın filozofları tarafından Toprak(Karbon), Hava(Azot), Su(Hidrojen), Ateş(Oksijen) şeklinde tanımlanmıştır. Peki havada, suda, toprakta cansız halde bulunan bu atomlar, canlı vücuduna girince nasıl "hayat" buluyorlar?

Ve en başta, bu "hayat" denilen meçhul, nasıl evrimleşti? Elementler bir araya gelince sihirli bir değnekle mi canlandılar?

Ayrıca ortada çok büyük bir "Sistem Sorunu" vardır. Mutasyon-seleksiyon gibi detaylarla uğraşan teorisyenler maalesef bu sorunu görmüyorlar, görmemezlikten geliyorlar.

Söyle ki:
Sistem, içindeki parçalarla bir bütündür. Parçaların bir kısmının yokluğu, sistemin de yokluğunu getirir.

Ekosistemi düşünün. Birbirine mutual şekilde bağlı pek çok canlı var. Bunların hepsinin bir anda evrimleşmesi gerekiyor. Ya da koordineli bir şekilde evrimleşmeleri gerekiyor. Aksi takdirde sistem olmaz. Sistemin içindeki canlılar da yaşayamaz. Avlanacağı canlı olmayan bir avcı yaşayamaz misali.

İnsan vücudunu düşünün. İnsan vücudu tüm sistemleri ile bir bütündür. Dolaşım Sistemi, Boşaltım Sistemi, Sinir Sistemi, Üreme Sistemi, Solunum Sistemi, Hareket Sistemi... Bunların hepsi kendi içinde bir sistemdir. Bir parçasının yokluğu tüm sistemin yokluğunu getirir. Ve bütün bu sistemler de insan Vücudu Sisteminin parçalarıdır. Herhangi birinin yokluğu İnsanin yokluğunu getirir. Bu sistemleri eksik olan bir canlı yaşayamıyor. En basit bir canlıda bile bu sistemlerin çok basit versiyonları mevcut. Bunlar bir anda gökten zembille düşer gibi mi ortaya çıktılar? Yoksa bu sistemler toplu olarak bir anda mı evrimleştiler? Tek tek kendi içlerinde koordineli evrimleşmeleri bir yana, kendi aralarında da koordineli evrimleşmeleri gerekiyor. Ve bu evrim esnasında bu sistemlerin tamamının çalışır halde olması lazım ki canlının hayatı devam edebilsin.

Örnek vereyim:
200 çeşit parçası olan bir motor düşünün. Bu motorun yapım aşamasında bu motor çalışmaz. Bütün parçaları tam ve çalışır hale geldiğinde çalışabilir. Siz bir motordan milyon kat kompleks bir canlının, bütün sistemlerinin yapım aşamasında da çalıştığını (hayat sahibi olduğunu) farzediyorsunuz.

Bu büyük bir çelişkidir.

Bunları birleştirin. Dünyadaki hayatı toplu bir sistem gibi düşünün. Bu sistemi oluşturan en küçük parçadan en büyük parçaya kadar bütün sistemler bu sistemin devamı için geçerli. Bu durumda bütün bu sistemlerin en başta mevcut olması gerekiyor.

Geçelim.

Evrim Teorisinde "Zayıf"ın yasama hakkı yoktur. Doğal Seleksiyon vardır. Peki o zaman yavru halindeyken en aciz varlık olan insan nasıl seleksiyona uğramadı? Bunun mantığını oturtabilen var mi? 6-7 yaşına gelene kadar anneye muhtaçtır insanoğlu. En baştaki anne nereden ortaya çıktı? Parça parça evrimleşerek gelindiyse, ilk canlının anneye ihtiyacı yoktuysa, bu ihtiyaç nasıl ortaya çıktı? Bu ihtiyaç ortaya çıktığında, yani ilk aciz bebek ortaya çıktığında, bu bebek neden doğal seleksiyona uğrayıp ölmedi? Sonuçta bunun bir çıkış noktası olması lazım. İşin garip tarafı, yavru iken en aciz varlık olan insan, tüm canlı hayata hukmeden bir varlık.

Bunu geçelim, insan evrimleşmesi noktasında erkek-dişi olayı nasıl açıklanıyor?
İnsan eşeyli üreyen bir varlık. Teorideki ilk canlı ise eşeyli üremiyor. Peki insan hangi evrede eşeyli üremeye geçti? Bir anda damdan düşer gibi mi oldu bu? A canlısı bölünerek çoğalıyordu. Ya da kendini dölleyip çoğalıyordu. Sonra doğan canlı, mutasyon sonrası eşeyli üreyen bir canlı olarak doğdu. Peki bunun eşi nerde?? Dişi ve Erkeğin evrimleşmesi mevzusu evrim teorilerinde
neden anlatılmaz? Cinsiyet ne zaman ortaya çıktı? Cinsiyetsiz olan canlı bir mutasyon sonucu dişi ve erkek genlerine sahip oldu da, doğan çocukları birbiriyle mi çiftleşti? Bu derece büyük bir mutasyon, bir nesilde nasıl mümkün olabilir? Yoksa aynı anda, aynı mekanda, aynı canlı türünün iki farkli bireyi evrimleşerek, biri dişi-diğeri erkek yavru doğurmuş, ve bunlar birbiriyle çiftleşerek sonraki nesli mi oluşturmuştur?

Tek bir insanın evrimleşmesi bile bu kadar düşük bir ihtimalken, aynı evrimin, aynı yer ve aynı zamanda dişi-erkek farklılığı ile iki kere gerçekleşmesi ne derece mümkündür? Peki bunun eşeyli üreyen milyon çeşit canlı türü için aynı şekilde gerçekleşmiş olması ne derece mümkündür?

Bunu geçelim, ara türler neden yok?
İki maymun evrimleşti diyelim. Onların çocuklarından bir nesil oluşması, o neslin içinde bazı bireylerin mutasyonla değişmesi ve gelişmesi, o bireylerden oluşacak nesilde bunun yine tekrarlanması lazım. Bu durumda aradaki bireylere ne oldu? Neden ara türler yok? Zayıftılar ve seleksiyona uğradılar deniyorsa, neden en başta seleksiyona uğramadılar? Yani X ve Y maymunları Z yavrusunu doğurdu, bu yavrunun neslinde bu iş tekrarlandı ve insan ortaya çıktı. Z yavrusu ne oldu? Doğal seleksiyona uğradı, kayboldu deniyorsa, bir sonraki nesli nasıl doğurdu? Yok yaşadı deniyorsa, örnekleri nerede? Maymun ile insan arasında bir ara tür mevcut mu dünyada?

Fosilleri var deniyor. İnsan için maymun kafataslarını montajlayarak ara tür fosili oluşturan meşhur evrimciler, bu işi tüm canlılar için de yapmayı düşünüyor mu?

Ayrıca Doğal Seleksiyon neden en başta maymunları selekte etmemiş? Öyle ya, maymundan daha üstün bir türe evrimleşen insanoğlu, Doğal Seleksiyon kurallarına göre oradaki diğer maymunlara yaşam hakkı tanımaması lazım. Zayıf türün yok olup, güçlü türün domine etmesi lazım.

Hadi karambole yaşadılar diyelim. Aradakiler de karambole seleksiyona uğradı gittiler. Ara türlerin kalıntıları nerede o zaman? Dünyada milyon çeşit canlı var. Bunların hepsi bir şekilde evrimleşmişse, ara türler nerede? Bunların seleksiyonu nasıl gerçekleşmiş? Ara türler hep seleksiyona maruz kalmışsa, sonraki tür nasıl ortaya çıkmış?

Evrim noktasında en ters gelen noktalardan biri de "maksimum düzensizlik" prensibi.

Basit parçalardan oluşmuş bir bütün düşünün. "İndirgenebilir Karmaşıklık" diyerek, bütünün çok basit elementlerin bir araya gelmesinden oluştuğunu iddia edebilirsiniz. Yapı taşlarının basitliğine bakarak karmaşık bir yapının kendi kendine oluşabileceğini de düşünebilirsiniz.

Bu mantıklı gibi görünse de, doğanın işleyiş sistemine tamamen zıt.

Kumdan bir kale düşünün. Çok ayrıntılı yapılmış olsun. Yapıya baktığınızda bir mükemmellik görebilirsiniz. Ama incelediğinizde, bunun "indirgenebilir karmaşıklık" olduğunu da iddia edebilirsiniz. Sonuçta temel yapı taşı basit kum taneleridir.

Ama Doğanın özelliği, kum tanelerini bir araya getirip o tarz bir yapı oluşturmak değil, oluşmuş o tarz bir yapıyı dağıtmaktır...

Termodinamik, Enerji Prensipleri, Maksimum Düzensizlik...

Doğada "hayat" ve "irade" denen sihirli güçlerin etkili olduğu yerler hariç sentez yoktur. Sadece analiz, yani ayrışma vardır. Doğadaki mevcut kanunlar hiçbir zaman basit parçaları bir araya getirip karmaşık bir sistem oluşturmaz. Bir dış faktör olmadan basit bir kum tanesi bile hafif bir tepeyi kendi başına çıkamaz. Dış müdahele de doğanın diğer kanunları olursa, bunların müdahelesi maksimum düzensizliğe doğrudur. Bunun en basit örneği de "Ölüm"dür.

Hayat vücuttan çıkıp gittikten sonra, doğa ölen canlının mevcut sistemini ayrıştırıp en basit parçalarına indirgiyor. Evrim ise bunun tersini iddia ediyor. Ya da bu işlemin tersinir olduğunu.

Eucaryot, Procaryot hücre vs. diyerek en ince ayrıntıya girip, ayrıntılarda kaybolanların aklına gelmeyebilir bunlar. Ama dışarıdan bakan için çok büyük bir tezat.

Bu soruların bir kısmı farz-i muhal cevaplansa bile, tümünü cevaplamadan Evrim Teorisi diye bir şeye inanmak da mantık dışıdır.

Nikon marka bir fotoğraf makinesini alın inceleyin. Sonra deyin ki, bu makine kendi kendine metallerin bir araya gelmesi ile, evrimleşerek vs. ortaya çıktı. Sonra da buna inanın.

Sonra en gelişmiş fotoğraf makinesinden bin kat gelişmiş insan gözünü inceleyin. Görüş açısı, her çeşit ışık ortamına anında adapte olan ayar sistemi, enerji ihtiyacının minimum olması, her mesafeye otomatik odaklanma, hareketli cisimleri net görebilme, kendi kendini temizleme, kendi kendini tamir etme vs. gibi tüm ayrıntılarını inceleyin. Sonra bu kendi kendine evrimle oluştu diyerek üstüne bir de buna inanın...

İnsan yapısı en basit bir cismin bile insan yapısı olduğunu hemen tespit edebilen insanoğlu, insan yapısından milyon kat daha kompleks olan canlıların da bir Yaratıcısının olduğunu nasıl göremez anlamak mümkün değil.

Uzayda bir gezegene gidilse ve orada dünyanın şu anki halini bulsalar, ama canlı hiçbir varlık olmasa... Buna tesadüfi oluşum diyen çıkar mı? İstanbul gibi bir şehri bomboş görseniz, bu şehir doğanın tesadüfi kanunlarıyla kendi kendine olmuştur diyebilir misiniz?

Peki bir şehirden çok daha karmaşık yapıya sahip, üstüne "hayat" gibi sihirli bir özelliği olan insan vücudu ve dünyadaki canlı hayatı için bunu nasıl diyebiliyorsunuz?

Düşünün ve olaya mantıkla yaklaşın. Doğruyu arayın. Kendinize bir doğru seçip onun doğruluğunu ispatlamaya çalışmayın. "Evrim vardır" diye bir doğmayı ön kabul ile doğru farzedip buna delil aramaktan vazgeçin. Evet, evrimciler de dogmatik insanlardır. Dogmalar ille dinlerden çıkmak zorunda değildir. Bilimin de dogmaları vardır ve yeniliklere açık olamayan bilim adamları da dogmatiktir. Tarih bunu hayatlarıyla ispatlayan bilim adamları ile doludur.

Dediğim gibi, dinleri ve bir Yaratıcının varlığını inkar edip keyfince yaşamak isteyen insanoğlu, vicdanını rahatlatmak için bir teori ortaya atmak zorunda kalmıştır. Bu teoriye inanmak isteyenler de, sorulara gözlerini kapatarak, kendilerince teoriyi ispatlayan herşeye sıkıca sarılabilirler. Kendi bilecekleri bir mevzudur. Ama en azından bu saçma sapan teoriyi gerçekmiş gibi gözümüze sokmaya uğraşmasınlar.

Copyright© 16.01.2008 YST