16.04.2008:
Türkiye'de dönen kavga CHP-AKP arasında bir kavga değildir.
Bu işin arkasında Doğu-Batı çekişmesi yatıyor.
Şangay İşbirliği Örgütü altında toplanan Rusya-Çin önderliğindeki Doğu grubu ve ABD-AB'nin oluşturduğu Batı grubu.
Dünyadaki Enerji potansiyelinin çok büyük bir kısmı Orta Doğu ve Orta Asya'da bulunmakta.
Buralara hakim olan, dünyaya hakim olur.
Şimdilerde Rusya eski gücüne yavaş yavaş kavuşarak İmparatorluk-SSCB günlerine dönme özlemi içinde.
Çin de yıllardır gösterdiği hızlı büyüme ile ABD'nin koltuğuna göz dikmiş durumda.
Çin'i engellemenin bir yolu var. Hızla büyüyen sanayisine ihtiyaç duyduğu Enerjiyi kısmak.
Bunun için de Orta Doğu ve Orta Asya'da Batı'nın hakim olması gerekiyor.
ABD bunun için 11 Eylül'den sonra ŞİÖ etkisi altındaki Türki Cumhuriyetlere üs kurdu/kurmaya çalışıyor.
Rusya ve Çin ise bu üsleri kapattırmak için çalışıyor.
Bu coğrafyada bulunan güçlü bir devlet Batının hiç bir zaman işine gelmemiştir. Onun için Batının politikası bu coğrafyadaki büyük devletleri bölmek ve bu devletleri zayıf bırakmak yönünde olmuştur. Bu şekilde daha rahat kontrol edebilmiştir.
Zayıf kalan devletler de sırtlarını dayayacak bir güç arayışına girmiştir.
ŞİÖ şimdilerde bu devletleri kendi çevresinde toplamak için çaba sarfetmektedir.
İran'ın 24 Mart'ta ŞİÖ'ye tam üyelik başvurusunu yapması, Hindistan-Pakistan'ın gözlemci olarak ŞİÖ'ye katılması çok önemli bir olaydır.
Eğer İran ŞİÖ'ye katılırsa, ŞİÖ üyesi 4 Türki Cumhuriyete diğerleri de katılırsa, Orta Doğu hariç tüm Orta Asya ŞİÖ'nün etkisine girecektir.
Orta Doğuda da İran, İsrail karşıtı duruşu ile puan toplamakta ve Arap olmasa da bir anlamda Arap dünyasının liderliğine oynamaktadır.
Irak'ın güneyi tamamen İran kontrolündedir. Lübnan'da Hizbullah'a verdiği destek sonrası orada da nüfuzu artmıştır.
Ve İran bu nüfuzunu daha geniş bir alana yaymak için uğraşmaktadır.
İran'ın bu şekilde güçlenmesi ve nüfuzunu artırması Batının işine gelmemektedir. O yüzden İran'ı etkisizleştirmenin yolunu aramaktadırlar. Bu noktada da gene Türkiye'nin yardımı olmadan başarılı olamayacaklarını bilmektedirler.
İran da bunu bildiği için Türkiye ile ilişkileri iyi tutmaya çalışmaktadır. Son günlerde "PKK'ya karşı ortak operasyon" teklifleri de bu amaca yöneliktir.
İşte bu denklemlerin tam ortasında yer alan Türkiye, bütün bu olayların kilidi konumundadır.
Türkiye Orta Doğu ve Orta Asya üzerinde hakimiyet kurabilecek yegane devlettir. Bugün Kuzey Afrika'dan Avustralya kıyılarına kadar Osmanlının izleri mevcuttur. Eğer Türkiye özüne döner ve bölgesinde güçlü bir devlet haline gelirse, bu civardaki tüm devletlerin "abi" gözüyle bakacakları bir konuma erişebilecektir. Sonrasında bunları AB tarzı bir çatı altında toplayabilecektir de.
Türki Cumhuriyetlerde en büyük nüfuza sahip olan Fethullah Gülen'in ABD tarafından desteklenmesinin altında da bu vardır. Geçtiğimiz günlerde Rusya'nın bu cemaatin faaliyetlerini yasaklamasının altında da bu vardır.
Türkiye'nin bu bölgede hakim güç olma potansiyeli mevcuttur. Ve Batı da bunun tamamiyle farkındadır.
Eğer bu potansiyele sahip Türkiye Batı ekseninden ayrılmaz ve bu ülkeleri bir çatı altında toplayabilecek güce erişirse, Enerji Batı hakimiyetinde kalacak ve bu Doğunun büyümesini durduracaktır.
Eğer Türkiye de İran'la birlikte Doğu eksenine kayarsa, Batı dünya sahnesinden silinecek kadar zayıflaşacaktır.
Bu yüzden Türkiye Batı için de, Doğu için de çok önemlidir.
AB'nin Türkiye'yi bünyesine almak istememesi ama yerine "imtiyazlı ortaklık" önermesinin altında da bu vardır.
AB üyesi bir Türkiye, "Hristiyan Klübü" üyesi olarak görülecek ve bu coğrafyada nüfuzu düşecektir.
AB bunu kesinlikle istemez, isteyemez. Ama aynı zamanda Türkiye ile çatışmayı da isteyemez. Her halukarda Türkiye'ye ihtiyacı vardır. Ve bu ihtiyaç hayati derecededir. Bu yüzden müzakereleri keserek Türkiye'yi küstürmeyi göze alamazlar. Ama Türkiye'yi AB'ye de alamazlar. AB için en güzel çözüm, Orta Doğu ve Orta Asya üzerinde büyük nüfuza sahip güçlü bir Türkiye ile aynı paralelde olmaktır. "İmtiyazlı Ortaklık"tır.
Türkiye'nin AB ile olan bu yakınlığı her ne kadar AB'yi kendine rakip olarak gören ABD'nin işine gelmese de, ŞİÖ yerine AB'ye yakın olmamızı tercih etmek durumundadır. Eğer ŞİÖ olmasaydı, AB ve ABD Türkiye üzerinde çarpışacak kadar şiddetle bizi kendi yanına çekmeye çalışırdı. Ama şu an durum Doğu-Batı kavgası olduğu için, ABD Türkiye'nin AB üyeliğini desteklemek zorundadır.
Türkiye içindeki kavgaya gelince.
İttihat ve Terakki'nin 99 yıllık iktidarı yıkılmaya yüz tutmuştur. Çünkü Tayyip Erdoğan "muktedir" olmanın yolunun sermayeyle de çok sıkı bir bağı olduğunu görmüş ve "Yeşil Sermaye" diye nitelenen insanların büyümesine olanak sağlamış ve kendisini destekleyen büyük bir sermaye gücü oluşturmuştur. Bunun yanında devlet kurumlarında yıllardır mevcut olan negatif kadrolaşmayı tersine çevirmiş ve iş yapabilen bir bürokratik devlet oluşturmuştur. Buna Cumhurbaşkanının da değişmesi eklenince, bu ülkenin gizli sahipleri ellerindeki herşeyi kaybedeceklerini görmüştür. AB-ABD'nin desteklediği AKP'ye karşı yapacakları bir operasyonu yalnız başlarına götüremeyecek kadar zayıf kaldıklarını da görmüşlerdir.
Bu noktada tek bir çareleri kalmıştır. Rusya ve Çin'in desteğini arkalarına almak.
Emekli generaller Tuncer Kılıç, Nejat Eslen, Şener Eruygur'un dillendirdikleri Rusya-Çin eksenine kaymanın altında bu vardır.
Geçen yıl Mayıs ayının sonlarında Yasemin Çongar "ABD'nin TSK içinde Rusya'ya sempati duyan bir oluşumun varlığından duyduğu rahatsızlığı dile getirdiğini" aktarmıştır. Bundan 1 gün sonra da Ulus'taki patlama meydana gelmiş ve Irak'a bir harekat için kamuoyu oluşturulmaya çalışılmıştır. Eğer Türkiye o dönemde böyle bir operasyonu ABD'ye rağmen yapmaya kalksaydı, Türkiye-ABD arası iyice açılacak ve Türkiye Rusya eksenine kayacaktı. Seçimlerin "Savaş Hali Dolayısıyla" ertelenmesinin yanında, bu da amaçlanmış, ama başarılı olamamıştır.
Bu olaydan 10 gün sonra, Haziran ayının başında İlker Paşa bir Çin ziyareti yapmıştır. Aynı günlerde Rusya Genel Kurmay Başkanı'nın Türkiye'ye gelişi son anda iptal edilmiş, ama A.N.Sezer Haziran ayı sonunda Rusya'yı ziyaret etmiştir.
Bütün bunlar, Türkiye'deki eski statükocu çevrenin Rusya'yla yakınlaşmak için gösterdiği çabanın eseridir.
Bu yüzden son Cumhuriyet mitinglerinin sloganları artık "Ne ABD, Ne AB, Tam bağımsız Türkiye" olmuştur.
İşte bu yüzden Rusya Ergenekon davasına karışma cüretini göstermektedir.
Bu yüzden AB, AKP'nin kapatılma davasını hayati önemde kabul etmektedir.
ABD ise bu noktada ikiye bölünmüş durumdadır. Türkiye'deki 100 yıllık İttihatçı-Sabetaist iktidarı gibi ABD içinde de 200 yıldır devam eden bir Siyonist iktidarı vardır. Amerikan halkı da bunun yavaş yavaş farkına varmaktadır. ABD'de anti-semitizm hızla yükselmektedir. Neoconlar güç kaybetmektedir. Bu yüzden Yahudi Sermayesi (Rotschilds-Rockefeller aileleri önderliğindeki CFR-Bilderberg vs. grubu) ABD'yi yavaşça satıp Çin'e yerleşmeyi düşünmektedir.
Böyle bir durumda Türkiye'de Batı yanlısı bir parti Siyonistlerin işine gelmemektedir. Türkiye'nin Doğu eksenine kayması sonucu dünya dengeleri değiştikten bir süre sonra ABD dağılacak ve Çin hakimiyetinde yeni bir dünya düzeni kuracaklardır. O yüzden İttihatçıları desteklemek durumundadırlar.
Ama ABD içindeki gerçek Amerikalılar da bunun sonları olacağını bildikleri için AKP'yi desteklemek durumundadır.
Böyle bir bölünmüşlük içinde oldukları için de AB gibi net bir tavır ortaya koyamamaktadırlar.
Bu yıl yapılacak seçimler sonrası ABD'nin tavrı da belli olacaktır. Seçimlerde Demokrat Parti'nin adayı Obama olursa, Zenci başkan istemeyen Demokrat Seçmenin McCain'e oy vermesi sonucu Cumhuriyetçiler tekrar kazanabilecek ve NeoConlar güçlerini pekiştirecektir. O yüzden Cumhuriyetçiler Demokrat Partinin adayının Obama olmasını istemekte ve gizlice Obama'yı desteklemektedirler. Türkiye'nin bu noktada yapması gereken de Clinton'ı desteklemektir. Ama bunu mevcut Neocon iktidarına renk vermeden nasıl yapacağı da meçhuldür.
Tekrar Türkiye'ye gelirsek:
Türkiye'deki İttihatçılar zamanında çok ümit besledikleri Yaşar Paşa'dan ümidi kesmişlerdir. Dolmabahçe görüşmesinde Yaşar Paşa'nın önüne konan dosyalar yüzünden sesinin kesildiğini düşünmektedirler. Artık tek ümitlerini İlker Paşa'ya bağlamışlardır.
AKP'nin de bunun farkında olduğu için Yaşar Paşa'nın süresini uzatıp İlker Paşa'yı emekli etmeyi düşündüğü yönünde söylentiler vardır.
Ama geçtiğimiz günlerde basına sızan andıç buna engel olmuştur.
Çünkü eğer Yaşar Paşa'nın süresi 1 yıl uzatılırsa, bir sonraki Genel Kurmay Başkanı Işık Koşaner Paşa olacaktı.
Andıcın Işık Paşa'ya sunulmuş olması ismini lekelemiş ve bu durumu engellemiştir.
Bu yüzden Yaşar Paşa'nın süresi uzatılamaz hale gelmiştir. Yaşar Paşa da bunun üzerine çıkıp emekli olacağı açıklamasını yapmıştır.
2 gün sonra da Tanksavar ihalesi Rusya'ya verilmiştir.
Bu noktadan sonra da İlker Paşa hakim komutan konumuna gelmiş ve KKTC'de yaptığı konuşmada PKK-KKTC politikaları üstüne görüşlerini beyan etmiş ve konuşmasını "Kimse yanlış hesap yapmasın." diyerek bitirmiştir.
Şu an Türkiye hızlı bir şekilde Rusya eksenine kaymaktadır.
Bunu ne AB ne de ABD kabul etmeyeceği için, bu duruma ne şekilde olursa olsun, ne pahasına olursa olsun, müdahele etmek zorunda kalacaklardır.
AKP'nin burada olayları doğru okuması gerekmektedir.
Tarafını seçmek zorundadır. Doğu mu? Batı mı?
Tarafını seçtikten sonra da yapması gereken tek bir şey vardır. Halkın desteğini almak.
Çünkü Askeri de, Polisi de, Devletin Kurumlarını da halk oluşturmaktadır.
Ve dışarıdan ne kadar müdahele olursa olsun, bu tarz bir eksen değişikliğini halk desteği olmadan yapmak mümkün değildir.
Hele hele böyle bir eksen değişikliğini darbe yoluyla, halka rağmen yapmak da mümkün değildir.
Eğer AKP olayın özünü kavrayıp süreci güzel idare ederse, Türkiye bundan güçlenerek çıkacak ve Dünya tarihinde kendisine biçilmiş rolü oynayacak hale gelecektir. Aksi takdirde Türkiye içine kapanık bir 3. Dünya ülkesi olarak kalmaya mahkumdur.
Not: Bunlar tamamen yorumdur. İnternet hariç herhangi bir kaynağa dayanmamaktadır. Özellikle İlker Paşa'nın Rusya yanlısı olup olmadığı konusunda hala şüphelerim mevcut. Sadece olayları yorumlayarak tahmin yürütüyorum.