(Buces Forumunda 27.04.2007 gecesi saat 03:25'te yazılan yorumdur)
Türk tarihinde darbeler 3.5 adet değildir. Çok, çok fazladır. Ama ceremesini sadece halk çekmiştir. Sonuçları kaybedilen vatan topraklarıdır.
Türk tarihinde darbeler 3.5 adet değildir. Çok, çok fazladır. Ama ceremesini sadece halk çekmiştir. Sonuçları kaybedilen vatan topraklarıdır.
Sene 1826. Yeniçerilerin defalarca kazan kaldırması ve sadrazamları (dönemin hükümet başkanları) asması, padişahları bile keyiflerine göre tahttan indirmeleri artık gına getirmiş, ve Yeniçeri Ocağı kaldırılmıştır. Tarihe "Vaka-yı Hayrıye(Hayırlı Olay)" olarak geçen bu olay, aslında Osmanlı Tarihinin en bahtsız olaylarından birisidir.
Ve aradan 1 yıl geçmeden, Navarin'de demirli Osmanlı donanması yakılarak yok edilmiştir. Hemen sonrasında Rum isyanı çıkmış, isyanı durduracak askeri gücü olmayan Osmanlı Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa'dan yardım istemek zorunda kalmıştır. 1828 yılında Rusya da Osmanlı'ya savaş açmış, olay Yunanistan'ın bağımsızlığını kazanması ile sonuçlanmıştır. Osmanlı'daki zaafı bu şekilde iyice gören Mehmet Ali Paşa da saraydan yetkileri ve yetki alanı konusunda aşırı isteklerde bulunmaya başlamış, bunlara bir süre sonra "dur" denilince de, isyan etmiş, İstanbul'a kadar ordusuyla gelmiştir.
Gelebilmiştir çünkü Osmanlı'nın ordusu yoktur. Yeni ordu da kurulum aşamasındadır. Mevcut az bir kuvvetle Konya'da çarpışarak yenmiştir de. Osmanlı Rusya'dan yardım istemek zorunda kalmış, boğaz sırtları Rus askeri çadırları ile dolmuştur. İstanbul'u işgali ancak bu şekilde engellenebilen Mehmet Paşa ile anlaşma yoluna gidilmiş ve bu da Mısır'ın de-facto bağımsızlığı ile (Mısır hidivliğinin veraset yolu ile Mehmet Ali Paşa'ya bırakılması) sonuçlanmıştır.
Osmanlı kendisini zar zor toparlamış ama, 1865'te Genç Osmanlılar faaliyete geçmişlerdir. Osmanlı Milliyetçiliğini savunan bu gençler, destek aradıkları bazı etnik grupları ikna etmişlerdir. Ama sonuç onların desteği değil, ayaklanması olmuştur.
1876 yılında Osmanlı otoritesinin iyice zayıflaması üzerine önce Bulgar İsyanı çıkmış, arkasından Karadağ Osmanlı'ya savaş ilan etmiştir. Hemen akabinde de zaten yeterince güçlenmiş olan Genç Osmanlılar, darbe yaparak Abdülaziz'i tahttan indirmişler, Meşrutiyet'i ilan etmişlerdir...
Ama 1877'de içerideki boşluğu gören Rusya fırsatı kaçırmayıp Osmanlı'ya savaş açmıştır. Sonucunda da 1878 yılında Sırbistan, Karadağ, Romanya ve Bulgaristan bağımsızlıklarını kazanmıştır...
Temmuz 1908'e gelindiğinde, bu sefer İttihatçılar darbe yapmışlardır. Ama aradan 2.5 ay geçmeden, önce Avusturya Bosna-Hersek'i ilhak etmiş, hemen akabinde de Girit Yunanistan'a katılma kararı almıştır.
Rejim kavgası içinde kalan Osmanlı'nın tepkisi, sadece olayı büyük devletler nezdinde protesto etmek olmuştur. Bizden zayıf durumda olan Avusturya'ya bile, bir karşı isyan olursa onu bastıracak askerin İstanbul'da durması gerektiğinden savaş açamamışızdır. Olay bu topraklara karşı bir miktar tazminat alabilmemizle sonuçlanmıştır...
Askerin siyasete olan müdahaleleri, 1908 yılına kadar Osmanlı'ya çoook şey kaybettirmiştir... Ki sonrası çok daha açıdır.
Temmuz 1908'de Meşrutiyet'in ilanı sonrası, rejim kavgaları sürerken gerçekleşen Bosna-Hersek, Girit hadiseleri ve bunlara karşı bir tepki gösterilememesi halkı galeyana getirmiştir. Bundan yararlanmak isteyen Ahrar Partisi (İttihatçılara muhalif olan liberal grup), halkı din noktasında kışkırtmış, Kör Ali önderliğinde bir ayaklanma başlatılmıştır. İsyancılar saraya kadar yürüyerek, padişahın tekrar ümmetin başına geçmesini ve şeriatın geri getirilmesini istemiştir. Bu arada erler arasında da ayaklanmalar çıkmış, Taşkısla'da bir grup asker, Cidde'ye gönderilmeyi kabul etmeyip, kışla önünde silah çatarak komutanların emrine kafa tutmuştur. Bu askerlere karşı ordu harekete geçmiş, üçünü öldürüp bir kısmını yaralayarak isyanı bastırmıştır.
Sonrasında İttihat ve Terakki'ye ağır suçlamalar gelmiş, gizli bir örgüt olarak hükümete karşı dışarıdan müdahale etmeleri eleştirilmiş ve siyasi parti kurmaları istenmiştir. Sonrasında da seçimler yapılmış ve meclisin çoğu İttihatçıların eline geçmiştir.
Ama bakanlık yapacak yetişmiş kadroları yoktur. O yüzden başbakan(sadrazam) olarak İngiliz yanlısı Kamil Paşa'yı iktidara getirmişlerdir. Bahriye ve Harbiye Nazırlıklarına da (Deniz Kuvvetleri ve Savunma Bakanlıkları) kendi istedikleri adamları seçtirmişlerdir.
Kamil Paşa 3 ay sonrasında İttihatçıların iktidar üzerindeki gücünü kırabilmek için Bahriye ve Harbiye Nazırlarını değiştirmiştir. Bunun üzerine İttihatçılar açıklama istemiş, Başbakan Kamil Paşa da "dış devletler ve dış sorunlarla alakalı" olduğunu söyleyip, hemen açıklama yapamayacağını söylemiş, bunun üzerine Beşiktaş açıklarındaki donanma iki adet dilekçe göndererek Başbakandan açıklama istemiş ve Anayasanın tehlike altında olmadığına garanti vermesini istemiştir. Başbakan Anayasaya göre bu sorulara cevap vermek için 4 gün hakkı olduğunu söyleyerek vakit istemişse de, aynı gün İttihatçılar meclisi toplantıya çağırmışlar, gensoru verdirerek hükümeti düşürmüşlerdir bile. Bunlardan haberi olmayan Başbakan, askerin işe karışması sonrası istifa dilekçesini vermeye Padişah'a gitmiş, ama orada meclis tarafından
azledildigini öğrenmiştir... Yeni başbakan Hüseyin Hilmi Paşa'dır.
Bu olayın sonrasında Hüseyin Cahit Yalçın "Anayasayı kurtarmış olduklarıyla" övünmüştür.
2 ay sonrasında İttihad-ı Muhammedi diye bir grup kurulmuş, Volkan gazetesinin kışkırtmalarıyla bir ayaklanma başlamış, kısa sürede büyümüştür. Tarihe 31 Mart ayaklanması olarak geçen bu olayda toplanan kalabalık Savunma Bakanı ve Meclis Başkanı'nin istifasını istemişlerdir. Hükümet gene istifa etmek zorunda kalmıştır. Hüseyin Hilmi Paşa'nın yerine bu sefer Tevfik Paşa Başbakan olmuştur...
İttihat ve Terakki bir gün içinde çökmüş, yerini Ahrar Partisi almıştır. Dini tekrar siyasete alet eden Ahrar Partisi istediğini elde etmiş, anlamsız bir şekilde şeriat isteyen halk 1 Nisan'da hükümet değişmesi sonrası hükümetin devrilmesi sonucu dağılmış ve meydan tekrar
politikacılara kalmıştır.
Ama bu arada Makedonya'daki İttihatçı 3. Ordu Padişahı Anayasaya aykırı hareketle suçlamış, meşru bir hükümeti devirdiği için hesabını soracaklarını bildirmiş ve 4 Nisan günü İstanbul'a doğru harekete geçmiştir.
Mahmut Şevket Paşa komutasındaki "Hareket Ordusu" 11 Nisan'da İstanbul'a ulaşmış, Padişahı tahttan indirmekle işe başlamışlardır. Sonrasında tekrar hükümet değişmiştir. Hüseyin Hilmi Paşa tekrar başbakan olmuştur.
Bu arada Mahmut Şevket Paşa kendisine 1, 2 ve 3. Orduların Müfettişi ünvanını vermiştir. O güne kadar olmayan böyle bir makam ile, Savunma Bakanının da, Hükümetin de denetimi dışında kalmış ve sıkıyönetim süresince kendine sınırsız bir yetki tanımıştır. (Ki bu sıkıyönetim 2 yıl daha devam etmiştir.)
Sonrasını zaten biliyorsunuz. Tekrar tekrar hükümetler değişmiş,(1 yılda 5 defa), siyasi cinayetler devri başlamış, iş Enver Paşa'nın 1913'de tekrar darbe yaparak iktidara gelmesine kadar sürmüştür.
Bu arada 1909 anayasasında değişiklikler yapılmış, Padişahın bakanlar için aday gösterme ve icabında görevden alabilme hakları elinden alınmış, "Vatana zararlı gördüğü kişileri sürgün edebilmesi" hakkı dahil pek çok hakkı kısıtlanmıştır. Bu durumu o dönemde "Hükümdar olan ama hükmetmeyen padişah" olarak tanımlamışlardır. Padişahın artık devletteki görevi kabine ya da meclis tarafından alınan kararları onaylamak olmuştur...
O dönemde de ordunun siyasete karışması üzerine tartışmalar başlamıştır. (Mesela İttihatçı Hüseyin Cahit Yalçın, Ordunun Anayasayı savunma görevi doğal kabul ediyor, ama meşruti bir rejim kurulduğuna göre artık daha fazla müdahalesinin gereksiz olduğunu savunuyor. Ordunun hükümet işlerine daha fazla karışmaya devam etmesinin de devletteki ve ordudaki disiplin açısından zararlı olduğunu anlatıyor. Sonuçta da İttihatçılar, asker üye almama kararı
alıyorlar.)
Çok sonraları Atatürk de bu fikri şiddetle savunmuş ve siyaset yapacak askerin üniformalarını çıkarmalarını (istifalarını) istemiştir.
Görebileceğiniz gibi, 1908 sonrası dönemin siyasi yapısı (Padişah=Cumhurbaşkanı, Sadrazam=Başbakan, Nazırlar=Bakanlar diye çevirince) bugünkünden farklı değildir. Ve olan olaylar da çok farklı değildir.
2007'de darbe olmaz diyenlere, 1960'da da "Üzerinden 50 yıl geçti o günlerin, artık devir değişti" diye düşünenleri hatırlatırım.
Formatları değişmiştir. Ama bu bin yıllık gelenek aynıdır. Ve sonuçları da her daim aynı olacaktır.
Kaybeden Halk, Kaybeden Türkiye.
Bu girişten sonra gelelim işin özüne ve bugünkü yorumuna...
Ne "Genç Osmanlılar", ne de "Jön Türkler" bu işleri tek başlarına yapmamışlardır. Batının çok büyük desteğini görmüşlerdir.
Mahir Kaynak da "Darbeli Demokrasi" kitabında 60, 71 ve 80 darbelerinin tamamının arkasında dış güçlerin olduğunu ve bu darbelerin rejim kaygılarından çok bir ülkenin (İngiltere veya ABD veya Rusya) menfaatlerini korumak için yaptırıldığını anlatmış ve güzelce açıklamıştır.
Peki şu an için öyle bir durum söz konusu mudur?
Bana sorarsanız tam tersi söz konusudur. ABD'nin Türkiye'nin içişlerini kendi haline bırakması imkansızdır. Çünkü Türkiye onlar için tüm Avrupa'dan da daha kıymetli bir ülkedir. O yüzden karışacaklardır. (Çin, Rusya, İran ve bunların güdümünde olan/yakınlaşma ihtimali olan Orta Asya Orta Doğu devletlerini düşünürseniz, böyle bir hadise gerçekleştiğinde dünya enerjisinin %80'€ini kontrol edecek bir Çin/Rusya'ya karşı ABD ve AB'nin ne duruma düşebileceğini de hesaplayabilirsiniz... Ama buna karşı Federatif-Ilımlı Müslüman bir TR önderliğinde bu ülkeleri bir araya toplayarak AB gibi bir birlik oluşturabilirlerse, o zaman Çin, Hindistan, Japonya çok zor duruma düşecek ve tüm dünya dengeleri değişecektir. Türkiye bu yüzden çok önemlidir. (Türki Cumhuriyetlerin ve Müslüman devletlerin olası bir ittifakında lider konumu oynayabilecek başka bir ülke yoktur çünkü...)
Federatif Türkiye isteyen ABD, bu noktada AKP'yi destekleyecektir. Ulusalcılara karşı tavır alacaktır. (Neden milliyetçi veya vatanperver vs. tarzı bir isim değil de Ulusalcı... Düşündünüz mü? "Ulus Devlet" kavramı yerine getirilmesi düşünülen "Federal Devlet" kavramına karşı bir oluşum olduğu için...)
Eğer öyle yaparsa bir kaç ihtimal olur:
1. Yaşar Paşa geri adım atar.
a) Yanlış anlaşıldık der.
b) Açıklamaların devamı gelmez.
2. Yaşar Paşa geri adım atmaz.
a) ABD ordu içinde farklı düşünen bir cunta ayarlamaya kalkabilir.
(bkz. 9 ve 12 Mart 1971 Cuntaları).
b) Piyasadan yüksek miktarda para çekilir. Ekonomik kriz yaratılır.
Bu durumlarda da, Yaşar Paşa ya geri adım atar, ya da sonuna kadar direnir ve ABD'ye de kafa tutar. Ülke içinde de bir konsey kurarak işleri eline alır.
Yok ben olayı yanlış çözümlediysem, ya da ABD fikir değiştirdiyse ve Yaşar Paşa'yı destekliyorsa...
1. Tayyip Erdogan paşa paşa geri adım atar.
a) AKP Genel Seçim kararı alır.
b) Toplu AKP İstifası sonrası Cumhurbaşkanı Genel Seçim kararı alır.
2. Erdogan direnir
a) Darbe
b) Daha ağır bir muhtıra / Ekonomik kriz
Burada 1.a durumunda RTE oyunu artırarak gelebilir de, gelemeyebilir de. Muhtıra basına yansımadan olsaydı, oyu düşerdi o kesin de. Şimdi işler değişebilir.
1.b durumunda, oyunu katlayarak gelecektir. Bu durumda a) Darbe... şeklinde kaşedi baştan izleriz. Tek çaresi tekrar RTE'yi siyasi yasaklı yapmak... O da çözümsüz kalır geçenki
yasak denemesinden sonra...
2.a durumunda halkın sokaklara döküleceği ve belki Tiananmen Meydanı tarzı olayların yaşanacağı kesin. Tankların önüne yatmış insanları hayal edebiliyorum. Çünkü 60-71-80 arasında 10'ar sene vardır. Bir darbenin ne kadar yıkıcı olduğunu görenler bir sonraki darbede hala aynı nesildir. Ama şimdi hayatında darbe görmemiş bir nesil var. 27 senedir bunu yaşamamış ve bugüne kadar darbelere karşı söylenen onca sözü duymuş ve darbeden nefret eden bir nesil var... O yüzden bu seferki 71 veya 80deki gibi sessiz sedasız olmayacaktır bence...
-----
Sonuç?
Bence hala Gül'ün Cumhurbaşkanı olma ihtimali yüksek. Tabi buna Tayyip Erdogan'in da Cumhurbaşkanlığı olasılığı da eklendi artık. İkisinin de siyaset sahnesinden silinmeleri de ihtimal hesaplarına girdi ama o ayrı.