Darbenin üzerinden yaklaşık 2.5 yıl geçmesine rağmen hala net olarak anlaşılamayan bir husus var.
Bylock, gerçekte ne idi? Niçin oluşturuldu? Niçin tabana yayıldı ve hangi amaçla kullanıldı?
15 Temmuz darbe girişimi için de benzer sorular sorulabilir.
Darbeyi tezgahlayanlar, acaba gerçekten darbe yapmayı mı düşünmüşlerdi? Yoksa darbe girişimi en baştan başarısızlık üzerine mi kurgulanmıştı?
Çoğu kişinin kanaati, darbenin başarısızlık üzerine kurgulandığı yönünde.
15 Temmuz girişimi, ülkeyi istikrarsızlaştırmak, ekonomiyi çökertmek ve sonucunda iç savaş çıkararak parçalamak amacıyla tezgahlanmış çok usta bir oyun gibi duruyor. Bu girişimin temelinde de Bylock yatıyor. Nasıl mı? Anlatayım.
Öncelikle, Bylock öyle tarif edildiği gibi gizlilik üzerine kurgulanmış bir yazılım değil. Tam tersi, gizlilik süsü verilmiş fakat gerçekte çok güvensiz bir uygulama. Ayrıca yazılımı detaylı olarak incelendiği zaman açıkça görüleceği üzere, örgüt içi haberleşme için değil, sanki örgüt şeması çıkarmak için yazılmış.
Bu iddiaları destekleyecek argümanlar şöyle:
1. Bylock'a giriş yapmak için şifre gerekiyor ve sunucu ile telefon arasındaki haberleşme 2048 bit gibi çok yüksek bir kripto ile şifreleniyor. Tabana da bu şekilde reklam yapılmış ve programın NSA tarafından bile 1000 yılda kırılamayacağı söylenmiş. Oysa bu şifreli mesajlar sunucuya 128 bit MD5 şifreleme yöntemi ile kaydedilmiş. MD5 şifreleme yöntemi de yıllar önce açıkları ortaya çıktığı için terkedilmiş, çok düşük güvenliğe sahip bir şifreleme yöntemi. Dolayısı ile sunucu ele geçirildiğinde mesaj şifrelerinin kırılması çok kolay olmuş.
2. En basit web sitelerinde bile uygulanan "Şifreniz en az bir büyük-bir küçük harf ve bir rakam içermelidir ve en az 6 karakterden oluşmalıdır" gibi şartlar içeren şifre politikalarının hiçbirisi uygulanmamış. Dolayısı ile binlerce kişi 1234, Ankara06 ve hatta 0 gibi çok basit şifreler kullanmış. Bu şifreler de saniyeler içinde kırılmış.
3. Programın kodunda okunan mesajların 24 saat içinde, okunmayan mesajların 72 saat içinde silineceği yazılı olmasına rağmen, mesajlar aylar boyunca silinmeden sunucuda tutulmuş.
4. Normalde gizli örgütler, "bilmesi gereken" prensibi ile çalışır. Benzer şekilde, gizli haberleşme için oluşturulmuş bir yazılım da, sunucuda "olması gereken miktarda" minimum veri tutar/tutması gerekir. Fakat Bylock örneğinde bu yapılmamış. Tam tersine, tüm bilgiler açık bir şekilde sunucuda tutulmuş. Mahkemelere gönderilen Bylock tespit tutanakları bunun net bir göstergesi. Örneğin iki kişinin karşılıklı haberleşebilmesi için kullanıcıların IP adreslerinin tutulması gerekmiyor, ama tutulmuş. Kim kimi eklemiş, eklediğine hangi ismi vermiş, kimler hangi grupları oluşturmuş, grup üyeleri kimlermiş, kim kimi aramış, kaç saniye görüşmüş vb. Gizli haberleşme için bu bilgilerin hiç birisine ihtiyaç yok, ama tüm bu kayıtlar 2014 yılından itibaren aralıksız tutulmuş.
Peki ama neden?
Büyük resmi görebilmek için, birkaç sene geriye, Arap Baharı denen isyanların başladığı 2010 yılına gitmek gerekiyor.
Arap Baharı, aynı 1848 yılında Avrupa'da bir biri ardına başlayan ayaklanmalardan oluşan "Milletler Baharı" gibi, organize bir eylemler zinciriydi. Bu eylemler sonucunda Tunus, Cezayir, Mısır, Libya ve Suriye gibi Kuzey Afrika/Ortadoğu devletlerinde isyanlar çıkmış ve sonucunda hükümetler devrilerek ülkeler istikrarsızlatırılmıştı.
Bence Arap Baharının son halkası, Türkiye idi. 2013 yılındaki Gezi Olayları da, bu operasyonların Türkiye ayağı idi.
Fakat 1960'lardan beri bu tarz olaylara karşı şerbetlenmiş Türk milleti büyük bir sağduyu gösterdi. Eylemlere şiddet karıştığı anda halk bu eylemlerden desteğini çekti ve olaylar ciddi boyutlara ulaşmadan sonlandı.
Bunun devamında 17/25 Aralık senaryosu gündeme getirildi. Her ne kadar dosya içerikleri gerçek olsa da, amaç hükümeti devirmekti. Bu da başarılı olamadı.
Bir sonraki aşama ise, bence çok ince kurgulanmış olan 15 Temmuz girişimiydi. Bu girişim zaten en baştan başarısızlık üzerine kurgulanmıştı. Çünkü planı yapanların derdi Türkiye'yi yönetmek değil, Türkiye'yi parçalamaktı. Bunun için de en garantili yöntem, iç savaş çıkarmaktı.
Fakat iç savaş çıkarmak için, önce o savaşta çarpışacak militanlar lazım. Gezi olaylarının başarısız olmasındaki en temel etken, Türkiye'de bu şekilde militanlaşmış muhaliflerin olmaması idi.
Planın bir sonraki aşaması bu militanları bulmaktı. Muhtemelen çeşitli illerdeki IŞİD örgütlenmeleri de bu plan bağlamında yapılmıştı. Fakat tüm tarihi geçmişi "ılımlı İslam" üzerine kurulu olan Türkiye'de radikal eylemlere katılacak bin kişi bile bulmakta zorlandılar. IŞİD'den ekmek çıkmayınca, hedef değiştirmek zorunda kaldılar.
Türkiye'de bu amaçla örgütlenebilecek en büyük grup, özellikle de 2013-2014 yıllarında hükümetle kavgalı hale gelen/getirilen Gülen grubu idi. Gülen grubunun TSK ve Emniyette çok yüksek oranda teşkilatlandığı da göz önüne alınınca, aslında tam bu iş için biçilmiş kaftan oldukları ortaya çıkıyor.
Fakat ortada bir problem vardı. Gülen grubu temelinde "hoşgörü ve diyalog" söylemini ve benzeri barışçıl/pasif söylemleri taşıdığı için, mensupları da büyük oranda pasif düşünceli kişilerden oluşuyordu. Bu üyelerin bir şekilde militanlaştırılması lazımdı.
İşte Bylock Tezgahı, bu amaçla planlandı.
Önce 2014'teki siyasi çekişmeler gerekçe gösterilerek "gizliliğin gerekli olduğu" hissi verildi. Sonra da dükkanın kapısına basit bir kilit asarak sahte bir güvenlik hissi verilmesi gibi, Bylock da "Kriptolu haberleşme" süsü verilerek talimat ile tüm tabana yayıldı. Oysa program hem çok güvensiz bir yazılımdı, hem de sunucuda tutulan tüm bilgiler, örgüt şeması çıkarabilecek şekilde kurgulanmıştı.
Sonra sunucu bir şekilde Litvanya'da kaderine terkedildi ve güya istenmeden devletin eline geçmesi sağlandı.
Oysa 2014 Kasım ayında VPN kullanımı zorunluluğu getirilmesi gibi bazı göstergeler, "fuatavni" örneğinde görüldüğü üzere devletin her yerinde kulağı olan Gülen grubunun Bylock'un takip edildiğini en başından beri bildiğini gösteriyor.
Sonradan itirafçı olarak soruşturma makamlarına emniyetteki 9bin civarında örgüt mensubunu içeren bir SD kart veren "Garson" kod adlı mahrem imam, Bylock'la ilgili ilginç bilgiler de vermiş. Programın deşifre olduğunu farkettiklerini, sonra gelen talimat üzerine ilk kullanıcıların ID değiştirdiklerini, birkaç kere bu şekilde tekrarlandığını ve sonra tabana yayıldığını anlatmış.
İlginçtir üst düzey FETÖ'cülerde Bylock çıkmadı. Görünen o ki, örgütün tepe yöneticileri programı kullanmayı bırakmışlar, kendileri ile ilgili bilgileri sunucudan silmişler (Sunucudaki hard disk kapasitesinin %95'i boş!). Sonra da Bylock'un tabana yayılması talimatını vererek tabanı kurban etmişler.
Biraz durup düşünün. Başarısız bir darbe girişimi oluyor. Hemen sonrasında insanlar tutuklanmaya başlıyor. Tutuklamalarda en somut delil olarak "Bylock" gösteriliyor. Bylock'un kriptolu bir haberleşme programı olduğu, münhasıran örgüt üyeleri tarafından kullanıldığı vb. bilgiler hızla yayılıyor.
Peki ama hiç kimse, neden bu programda bu kadar gereksiz bilginin güvensiz bir şekilde neden tutulduğunu ve bu programın deşifre olduğunu örgütün çok iyi bilmesine rağmen neden özellikle tabana yayılması talimatını verdiklerini ve neden bu programın tüm kayıtlarının Litvanya'daki bir sunucuda terkedildiğini sorgulamıyor?
Sizce yanlışlıkla mı oldu tüm bunlar?
Yoksa baştan beri anlattığım büyük planın bir parçası mıydı?
Burada en kritik soru şudur:
"Tavanı ihanet, ortası ticaret, tabanı ibadet" bir örgüt olsanız ve tüm geçmişiniz "hoşgörü" üzerine kurulu olsa, tabandaki 100bin sempatizanı nasıl militan yaparsınız?
Cevabı açık. Bu 100 bin kişiyi birkaç yıl süre ile cezaevine atarsanız, bunları ve ailelerini büyük bir haksızlığa uğradıklarını düşündürecek bir şekilde mağdur ederseniz, birkaç yıl içinde elinizde 100bin militan olur. Hele de bu kişiler çoğunlukla Asker-Polis kökenli olursa, dünyanın en profesyonel terör örgütlerinden birini yaratmış olursunuz.
FETÖ suçlarından yargılananlar cezaevlerinde çoğunluk olduğu için, koğuş ağalıkları her yerde ellerine geçmiş durumda. Toplu ibadetler, nöbetçilik sistemi vb. uygulamalar ile cezaevlerini FETÖ'nün "yaz kampları"na çevirmişler. İçeride kalanlar 2 yıl boyunca yoğun bir propagandaya maruz kaldıkları gibi, içlerinde hissettikleri "haksızlığa uğramış olma" duyguları ile bilenmişler. Sonucunda militan olup çıkmışlar.
80'lerin 12 Eylül ürünü Diyarbakır Cezaevinin PKK'nın en büyük insan kaynağı olduğu defalarca yazıldı. Türkiye'deki cezaevleri de şu an örgüte adam yetiştiren Bekaa kampları gibi çalışmakta.
Çoğu Gülen grubunu "eğitime öncelik vermiş barışçıl bir dini cemaat" olarak bilen/gören ve bu amaçla gruba bağlanan/yardım eden ve çoğu sempatizan olan bu insanlar, FETÖ'nün ihanetinin açığa çıktığı 15 Temmuz sonrası örgütten koparılarak rehabilite edilmeleri ve topluma kazandırılmaları gerekirken, ne yazık ki örgütün kucağına itildiler ve militanlaştırıldılar.
100bin sempatizanı 100bin militan yapma yönündeki büyük plan, "Bylock tezgahı" sayesinde uygulamaya kondu ve devlet aklı ne yazık ki bu tuzağa düştü.
Bu işin devamında, ekonomi iyice çökertildikten sonra çıkacak yeni bir gezi isyanında artık her türlü eylemi yapabilecek militanlar hazır olacak.
Devletin en kısa zamanda bu probleme bir çözüm bulması gerekiyor.
Bu insanların "FETÖ tarafından bilerek ve isteyerek kurban edildikleri"nin kendilerine anlatılması lazım. Sonrasında da bir şekilde kırgınlıklarının giderilmesi lazım. Çünkü anne, baba, kardeşler, çocuklar, kuzenler, arkadaşlar.. derken 100bin kişinin çevresel etkisi en az 1-2 milyon kişiye ulaşır. Bu rakam da her türlü istikrarsızlık için yeterli bir sayıdır.
Bu yaralar acil bir şekilde tedavi edilmezse, önümüzdeki yıllarda bunun sonuçları PKK'dan çok daha ağır olabilir.
Benden söylemesi...