2 Kasım 2007 Cuma

Allah'ın Varlığı Ispatlanabilir mi?


1998 yılında, dönemin bir nevi öğrenciler arası tartışma platformu olan BUCES'te din forumunda bir tartışma üzerine yazmış olduğum yazı... Gençlikten gelme basit bir ifade tarzı olsa da, içerdiği hakikatlar yüzünden hala kıymetini koruduğu kanaatindeyim...
-----------------------------

Şimdi dilimin döndüğünce bir çok şey yazacağım. Bunları okurken bir kaç şeye dikkat edin.

1. İman adı üstünde inanmaktır, tasdiktir ve kalple alakalı bir şeydir. Her şeye tenkit gözüyle, eleştiri maksadıyla bakarsanız kimse size 2+2'nin 4 olduğunu bile ispatlayamaz.

2. Allah zaman ve mekan hariçi olduğu için, her şeye madde gözüyle bakanlar, bilinen kanunlar dahilinde Allah'ı ispatlamaya kalkanlar yanılmış olacaklardır. (Ben bilimlerin diliyle anlatacağım. Biraz farklı şeyler.)

3. Bir şeyin ispatını okuyan bir insan, farkında olmadan karşı tarafı tutar ve kendince karşı teoriler ileri sürer. Bunlarda aşırıya kaçmayın. Olaylara objektif bakın.

4. İnanmamaya kendini şartlandırmış insan, gökte yıldızlar biraraya gelip 'La ilahe illallah' yazsa bile gene de inkar etmenin yollarını arayacak ve (kendince) bulacaktır.

5. Birşeyin ispatlanamaması veya açıklanamaması o şeyin olmadığına delil değildir. (Dünya ayı çeker. Bu herkesin kabul ettiği bir hakikattir. Ama bu çekme hadisesini şimdiye kadar kolay kolay açıklayabilen olmamıştır.{Uzay boşluksa, dünyanın aya uyguladığı kuvveti ileten aracı *iletken* madde yoksa, dünya ayı nasıl çekiyor?} Bu ya açıklanmıştır ya da açıklanacaktır. Ama bugüne kadar açıklanamamış olması olmadığının göstergesi değildir.[Dünya ayı milyonlarca yıldır çekiyor.])

6. Birşeyin ispatının eksik veya sakat olması, o şeyin olmadığını ispatlamaz.

7. Bir hakikati ispatlamak için ileri sürülen 10 delilden 1'i doğru, diğerleri sakat bile olsa, o hakikat doğrudur. Kalan 9 ispatın yanlış olması; o hakikatin doğruluğunu etkilemez.

8. Yokluğu ispat varlığı ispattan çok daha zordur. Hele hele belli sınırlarla kısıtlanmamış, kayıt altına alınmamış bir yokluğu ispat imkansızdır. Yokluğun ispatında mekan ve zaman belirtilmemesi durumunda tüm mekanın(kainatın) ve tüm zamanın(ezelden ebede) baştan sona taranması ve araştırılması gerekir. Üstüne üstlük de olmadığı iddia edilen zat, zaman ve mekan hariçiyse, böyle bir ispat imkansızın da ötesindedir. Oysa en saçma bir şeyin varlığını ispatlayan, şahitlik eden 10 kişi çıksa, 1 tane örneğini gösterseler; aksını söyleyen 10.000 kişiye tercih edilirler.

9. Ateistlerin büyük bir çoğunluğu Allah'ın varlığını sadece görmezden gelir. Olmadığını kendince ispat etmiş, ve buna hakkıyla inanan ateistler tüm ateistlerin %1'ını dahi oluşturmaz.

10. Yazacağım şeyleri hiçbir kaynaga başvurmadan yazacağım. Mantığa uymayan şeyler varsa büyük ihtimalle benim mantıksızlığımdır.

Neyse. Gelelim meseleye.
Önce.

İnkar niçin var?:
İnsanlar nefislerine uymaya eğimlidirler. Allah'ın yasakladığı çok şeyi yapmak, yapın dediklerini de yapmamak nefsin özelliğidir.
Ayrıca insanlarda kendini temize çıkarma huyu vardır. Çok az insan hata yaptığını kabul eder ve insanların büyük çoğunluğu suç işleyince yaptıklarının suç olmadığını ispatlamaya çalışır (gerek kendisine, gerekse dışarıya karşı). Yoksa insandaki vicdan mekanizması insanı rahat bırakmaz.

Yani:
Kötü birşey yapan, ya vicdan azabı çekecek, ya duygularını görmezlikten gelecek, ya da yaptığının kötü olmadığını ispatlamayı deneyecektir.
Günah işleyen, ve bu konuda kendine hakim olamayan bir insan da önce yaptığının günah olmadığına kendini inandırır. Sonra onun günah olduğunu söyleyen Kur'anı, sonra da Kur'anı indiren Allah'ı inkar eder.

Bu şekilde belki vicdanen rahatlar, ama, inançsızlık yüzünden hayatta mutlu olamaz. Huzur nedir bilemez. Ölüm onu ve tüm sevdilerini idam eden bir cellada dönüşür. Başına gelen hastalıklar, dertler; dayanak noktası olmadığı için, hayatını zehir eder. Tevekkülü de olamayacağı için devamlı yaşayacağı stress vs. de cabası.
İşin esas acıklı yanı da, ahirette inkar ettiği şeylerin hakikat olduğunu görünce yaşayacağı ebedi hüsran.

Şimdi gelelim ispat meselesine.

Öncelikle. Allah'ın varlığı kainattaki en büyük hakikattir. Ve belki de ispat gerektirmeyen tek hakikattir. Kainatın varlığı bile inkar edilebilir. Ama Allah'ın varlığı asla.

Soru: "Madem bu kadar açık bir hakikat. Neden herkes göremiyor?"
Cevap: (Bir karanlık olmadığı müddetçe) Sonsuz ışığa maruz kalan biri, ışığı göremez. Allah'ın varlığı tüm kainatı kaplayan bir nur(ışık)dur. Aksine işaret eden birşey (karanlık) olamadığı için herkes göremiyor.

Gelelim delillere.

Allah'ın varlığını ispatlayan 3 büyük hakikat vardır.

1. Kainat
2. Kur'an
3. Hz. Muhammed(SAV)

Kur'anın hak olduğunu kabul eden, Peygamberi (SAV) ve Allah'ın varlığını da kabul etmek zorunda kalır.
Aynı şekilde, Peygamber'in (SAV) hak olduğunu kabul eden, Kur'anı ve Allah'ın varlığını da kabul etmek zorunda kalır. * 3.Şık biraz farkli. Allah'ın VARLIĞI Kur'an ve peygambere (SAV) delil değildir. (Allah'ın SIFATLARI Kur'an ve Peygamber'e (SAV), daha doğrusu kitap ve risalete delildir.) Bu yüzden Allah'ı kabul edip de Peygamberi ve Kur'anı inkar edenler olabilir. Bu da ayrıca incelenecek bir mevzu.*

Sıradan gidelim.

1.Kainatın Allah'ın Varlığına Delil Olması:

1. Kainat sonsuza dek varolmayacaktir:
Termodinamik okuyanlar bilir. Kainatta düzensizliğe doğru bir gidiş vardır.(Max. düzensizlik prensibi.) Hiçbirşey kendiliğinden, dışardan bir kuvvet uygulanmadan düzene doğru gitmez.(Tepenin üstünden bırakılan bilyenin kendiliğinden aşağıya yuvarlanması, ama tekrar kendiliğinden yukarıya çıkamaması gibi.)

Ayrıca. Kainatın toplam enerjisi sabittir (Enerjinin korunumu kanunu). Ama Potansiyel Enerji devamlı olarak Kinetik Enerjiye dönüşmekte, ve her seferinde enerjinin bir kısmı ısıya dönüşmektedir. (Kainatın mutlak ısısı 3K civarındadır. (-270 C)

Bir gün bu düzensizlik maksimuma gelecek, bütün potansiyel enerji kinetik enerjiye, o da ısıya dönüşmüş olacak, ve sonuçta kainatın her yerindeki ısı (ısı alışverişlerinin tamamen sona ermesinden sonra) belli bir noktada sabitlenecek, kainatta is yapabilecek kinetik enerji kalmayacak ve tüm kainatta hayat duracaktır.

2. Kainatın bir başlangıcı vardır:
SONSUZA DEK varolamayacağına göre, kainat SONSUZDAN BERİ varolsaydı, şimdiye dek kainattaki tüm faaliyetin durmuş olması lazımdı. Bu olmadığına göre kainatın belli bir başlangıcı vardır. Ayrıca Hubble Teleskopundan sonra tüm bilim dünyası kainatın başlangıcı olduğunu kabullenmiştir. Artık nasıl başladığı hususunu tartışmaktalar. (Milyarlarca ışık yılı öncesini görmek, kainatın milyarlarca yıl önceki halini görmektir. Çünkü 1 milyar ışık yılı öteden ulaşan ışıklar ışık gelen yerin milyar yıl önceki halinin yaydığı ışıktır.)

3. Hiçbirşey kendi kendine oluşmaz:
Hele hele kainat gibi muazzam büyüklükte bir şeyin, kendiliğinden sıfırdan başlayarak, tesadüflerle oluşup bugüne geldiğini kabul etmek; kainattaki mükemmel sanatı ve düzeni görmezlikten gelmektir.

4. Hayat:
Hayat öyle harikulade birşeydir ki. Parçalardan oluşmamıştır. Kompleks birşey değildir. 1 veya 0 gibi bir şeydir. Yani evrimleşebilecek bir şey değildir. Canlılar için evrim ortaya atılabilir ama, hayatın evrimleşmiş olması saçmadır. Maddenin kendi kendine oluştuğunu farzetsek bile, hayatın nasıl ortaya çıktığına dair mantıklı bir açıklama getirebilmekten aciziz.

5. Atom:
Atom cansız bir parçacıktır. Mesela bir H atomunu ele alalım. Her canlının vücudunda bulunan bir atomdur. Ve bütün H atomları birbirinin aynıdır.(Izotoplar var demeyin, 1 1H'i kastediyorum.) Bir su molekülü içinde yer alan bir H atomu, o su molekülünü hangi canlı içine alırsa alsın, H atomunu da kendi vücudunda herhangi biryerde, herhangi bir görevde kullanacaktır.

Şimdi.
Ya o H atomunun aklı, şuuru olacak. Ve girdiği her canlıda yaptığı, yapabileceği tüm farklı görevleri bilecek kadar büyük bir kapasiteye sahip olacak.(ki dünya büyüklüğünde bir hafıza ister, atom boyutunda değil.)
YA DA:
Girdiği heryerde onu çalıştıran, neyi nasıl yapacağını bildiren bir ZAT var. (DNA RNA da demeyin, zira onlar da cansız atomlardan oluşan atom yığınları sadece.) (Öylesine gezip tozup da is görüyorlar da demeyin. Bütün canlılarda görülen düzen ve mükemmelik tesadüfi dolaşan atomların işi olamaz.)

6. Düzen:
Kainatta her şeyde bir düzen göze çarpıyor. Ve gariptir, kainatta kendi halinde olan herşey düzensizliğe doğru gidiyor. O zaman bu kurulu olan mükemmel düzen, nasıl oluştu?
100 adam biraraya gelip bir is yapmaya kalksa, başlarında bir yönetici olmadığı takdirde her kafadan bir ses çıkacak, ve en basit bir işi bile yapamayacaklardır.
Nasıl oluyor da, insanın vücudundaki 120 trilyon hücre, kafa kafaya veriyor da uyum içerisinde çalışıyor? Biri diğerinin ihtiyacına cevap veriyor. Mükemmel bir işbölümü yapıyorlar ve herşey mükemmel işliyor. (Herşey hiyerarşik bir şekilde işliyor. Hücreler içindeki herşeyi DNA, hücreleri de beyin yönetiyor vs. demeyin. DNA da, hücreler de, beyin de dahil tüm insan vücudu, 70 çeşit atomdan oluşan ve herbiri birbirinin aynı olan trilyarlarca atomdan oluşmuş atom yığınları çünkü.

7. Mükemmellik:
Kainatta herşeyde bir mükemmelik göze çarpar. En basitinden elinizi ele alın. (garip bi ifade oldu ama idare edin artık. :) ) ve düşünün.
Basparmağınız diğer 4 parmağınızla aynı boyda olsaydı, en basitinden günümüzdeki gelişmelerin %1'i bile olamayacaktı. Çünkü hiç bir aleti doğru düzgün kavrayıp kullanamayacaktınız. Tırnaklarınızın ne ise yaradığını düşünün. Parmak derilerinizdeki kıvrımları, bükümleri düşünün. Olmasalardı parmaklarınızı bükemeyecektiniz. Deri diye birşeyin olmadığını düşünün. Tüm sinirleriniz açıkta olacaklardı. Acıdan hiçbir şeye dokunamayacaktınız. Parmak kemiklerinizin eklemli oluşunu düşünün. Çubuk gibi olmamalarının ne kadar güzel olduğunu düşünün. Derinizin kendi kendini tamir etmesini düşünün. Derinizin selpak mendil gibi yumuşak, veya beton gibi sert olmamasını düşünün.

Ne kadar düşünürseniz düşünün. Su an olandan daha mükemmelini bulamayacaksınız. Ve İmam Gazali'nin demiş olduğu "Leyse fil imkanı ebda'u mimma kane" - "Kainatta mevcut şeylerin daha güzelinin, daha mükemmelinin olması imkan dahilinde değildir." sözünü zoraki tasdik edeceksiniz.

Kısaca: Kainatta baktığınız herşey size Allah'ı gösterecektir.
Tüm kainatın, İsra süresinde geçen: "Yusebbihu lehu ma fissemavati vel ard" - "Yerlerde ve göklerde olan ne varsa O'nü teşbih eder" ayetini lisan-ı halleriyle okuduğunu göreceksiniz. (Bir de eski bir söz vardır. "Görene, köre ne" diye. Gözleri kör olanlara değil sözüm.)

8. Şartların Oluşması:
Bir şeyin varlığını sürdürebilmesi için 100 şart lazımsa; bunların 1 tanesinin bile olmaması o şeyin sonunu getirmeye yeter (misal: havasız kalan insan). Öyleyse, Kainatta varlığı belli şartlara bağlı olan herşey için (yani varolan herşey için) ya o şartlar bir anda oluşmuş olacak. Ya da şartlar da varlıklarla paralel olarak evrimleşecek. Biri az ileri veya geri gitse olmaz. Bu ise tesadüfen olması imkansız olan birşeydir.

...

2. KUR'AN:

Bir eser düşünün...

* Zamanımızdan 1400 sene önce yazılmış olacak ve 1400 sene boyunca tüm dünyada bilimdeki tüm gelişmelere rağmen, bilimle çakışan tek noktası olmayacak. Bilimle çakıştığı tüm noktalarda da bilim yanılmış olacak.

* Bilimin yeni yeni keşfettiği hakikatlari (uzayın her an genişlemekte olduğu, güneşin kendi etrafında dönmekte olduğu, güneşin ve ayın kendi yörüngelerinde akıp gitmekte oldukları, denizler arasında bir çeşit perde olduğu ve o perdenin iki denizin birbirine karışmasını engellediği, embriyonun geçirdiği evreleri, vs.) 1400 sene önce yazmış olsun.

* Şimdiye kadar her asırda milyonlarca insan tarafından okunmuş, okunagelmiş olsun; her asırda o devrin insanına, hem halka hem de elit tabakaya hitap etsin.

* Her müfessirin kendi anladıklarını yazdığı ve herbiri ciltler tutan 30.000 adet tefsiri olsun.

* 600 sayfa olmasına ve hiç anlamadıkları dilde olmasına rağmen, 7 yaşındaki çocuklar tarafından bile kolayca ezberlenebilsin, ve yüzbinlerce insanın hafızasında bulunsun.

* Ortaya koymuş olduğu sistemi uygulayan devrinin insanları, 20 yıl içinde dünyanın en büyük 2 devletini dize getirmiş olsun.

* Mükemmel bir belagatı olsun, ve asırlarca "Fe'tu bi suretin min mislihi"-"Bir süresinin benzerini getirin" ayeti ile insanlara meydan okumasına ve milyonlarca muhalifi bulunmasına rağmen bir süresinin bile benzeri yazılamamış olsun.

* İnsanlarin kendi dilleriyle, kullandıkları kelimelerle yazılmış olsun. Ama insan sözüne benzemesin. (Siz mealini okuyup da, bu insan sözüne benziyor diyebilirsiniz. Ama benim hiç duymadığım bir ayeti Arapça 1000 tane güzel söz arasına koysanız, ben ayetin hangisi olduğunu ayırt edebilirim sanıyorum. Çünkü Kur'anın ayetleri cam parçaları arasındaki elmaslar gibi parlıyor. Mücevherin kıymetini kuyumcu bilir misali, gören göz de farkını çok rahat anlayabiliyor.)

* O devrin insanlarına duydukları zaman "Ma haza kelamul beşer"-"Bu insan sözü değil" dedirtsin ve bir kısmının sadece bir ayeti duymaları iman etmelerine yetsin.

* Ve bu eserin hak olduğuna her şeyleri ile şahitlik eden başta Hz. Muhammed (SAV) olmak üzere milyarlarca insan olsun .

...

3. Hz. MUHAMMED (SAV)

Bir insan düşünün...

* Bir başına, hiç bir yardımcısı olmadan 23 senede dünyanın en büyük inkılabını yapsın. Tek başına o devrin vahşi insanları arasında, onların inandıklarının tam zıddı bir sistemle ortaya çıksın; aradan geçen 23 senede en büyük düşmanlarına (Ebu Süfyan, Ikrime, Süheyl vs.) varıncaya kadar muhatap olan tüm insanlar eninde sonunda doğruluğunu kabul edip önünde diz çöksünler.

* Kendi çocuklarını diri diri toprağa gömecek kadar vahşi insanları; kendisinden sonraki asırların medeniyet önderleri olacak insanlar haline getirsin. O insanlardaki içki, zina, yalan vs. tüm kötü huyları merhamet, yumuşaklık, doğruluk, dürüstlük, çalışkanlık vs. gibi güzel huylarla değiştirmiş olsun.

* 1 kişi başladığı bu davada vefat ederken 120.000 sahabi bırakmış olsun.

* Ve geride bıraktığı insanlar onun izinden giderek, çok değil 20 sene içinde dünyanın en büyük 2 devletini, Bizans ve İran'ı dize getirip haraca bağlasınlar.

* Bu kadar büyük bir inkılap yapmış olduğu halde, yaşadığı sürece tüm savaşlar dahil 500 kişi (beşyüz) dahi kayıp vermemiş olsun.

* Her zaman doğruluğuyla tanınmış olsun ve bütün insanların takdir ettiği mükemmel bir ahlaka sahip olsun.

* En büyük kahinlerin bile dediklerinin ancak %5'i tutarken onun "Gelecekte şunlar şunlar olacak" dediği şeyler sırasıyla olsun ve zamanın haksız çıkardıgı birşey dememiş olsun.

* Binlerce insanın şahitliği ile yüzlerce mucize göstermiş olsun. (Aslında en büyük mucizesi Kur'an ve bizatihi kendi zatıdır.)

* Felsefenin binlerce yıldır cevaplamaya çalıştığı "Nerden geldik, Niçin varız, nereye gideceğiz" gibi soruları mükemmel bir şekilde cevaplamış olsun.

* Yaşadığı şahsi hayatını inceleyen bilim adamları TIP açısından mükemmeliğine şahitlik etsin.

* Yaşadığı devir Asr-ı Saadet diye adlandırılmış olsun ve devrindeki insanlar günümüzün sosyoloji ve psikoloji bilginlerini hayran bırakacak bir hayat yaşamış olsunlar.

* Yerleştirmiş olduğu adalet sistemini inceleyen insaflı hukukçular ekonomik sistemi inceleyen insaflı ekonomistler hayran kalsınlar.

* Ve bütün bunları tek kişi olarak başlayıp 23 sene içinde tamamlamış olsun.

* Kur'an gibi muhteşem bir eser peygamberliğine şahitlik etsin.

* Başta devrinde yaşayan ashabı, milyarlarca insan peygamberliğine şahitlik etmiş olsun.

==========================================================

Hem kainattaki herşey "Allah vardır, birdir, herşeye kudreti yeter" diye haykırsın.
Hem Kur'anın hem de Peygamber'in(SAV) en büyük davaları "Allah'tan başka ilah yoktur." olsun.
(Bu durumda ikisinin de hak olduğuna şahitlik eden deliller Allah'ın varlığına delildir.)

Ve Müslümanından, Hristiyanindan, Musevisine dünyada en az 5 milyar insan bu hakikati kabul etsin.

Ve mantığı olan biri de varlığına bu kadar delil olan Allah'ın varlığını inkar etsin. Ve Allah'ın varlığı ispatlanamaz desin.

Ben de diyeyim ki bu kadar şeyden sonra biri çıkıp bana Allah'ın olmadığını ispatlasın.

--------------------------------------------------------------------------

Burada en başta yazdığım bir şeyi tekrar hatırlatayım.

Bir hakikatı ispatlamak için ileri sürülen 10 delilden 1'i doğru, diğerleri sakat bile olsa, o hakikat doğrudur. Kalan 9 ispatın yanlış olması; o hakikatin doğruluğunu etkilemez.
Burdaki delillerden biri hariç tamamı çürütülebilse, o biri dahi tek başına Allah'ın varlığına delildir. Değişen birşey olmaz.

*** Copyright (c) 16.3.98 21:50 YST ***

26 Ekim 2007 Cuma

ABD'nin Kayıp Silahları

Irak, 2005.

Bağdat'ta, bilgisayar dükkanlarının çok yoğun olduğu meşhur bir cadde olan San'a Street'te dolaşıyorum. Bir dükkana girdim. Averatec laptoplar var. 600$a satıyor eleman. Baktım biraz. Victory-Green Zone'daki PX'lerde satılan ABD laptoplarından. Ama PX'lerdeki fiyatı 750$. (PX=Post Exchange. Migros tarzı büyük süpermarketler. Orduya bağlı.)

Biraz kurcaladım satan elemanı. Nasıl oluyor da daha düşük fiyata satılıyor diye. Off-the-record anlattı.

Üslerde çalışan Iraklılar,  bir süre sonra ABDlilerle samimi ilişkiler içine giriyorlar ve sonrasında bu Iraklılar ABD'lilere akıl veriyor. Sonra da lojistik destek sağlıyor. Bunların aklına uyan 3-5 ABD'li de, bir pickup'ın arkasına üslerdeki orduya zimmetli laptoplardan 50sini yükleyip dışarı çıkarıyor, San'a Street'e gelip satıyor. Sonra geri dönüyorlar. İlk havan düştüğünde de rapor tutuyorlar. "Depoya düştü. 50 laptop hurdaya çıktı" şeklinde...

Aynısını bizim Türkmen çalışan anlattı. Zamanında Tepe İnşaat'la çalıştığı dönemde, ABDlilerin bir tır dolusu klimayı dışarı çıkarıp, piyasada satıp, sonra rapor düzenlediklerine şahit olmuş.

Gene Irak. Bu sefer Kerkük'teyim. Bana G-lock, Colt vs satmak isteyen bir eleman çıktı. Air Force'un özel tabancalarından, çelik yeleklerinden var vs diyerekten. Karaborsa-Undergound Market hesabı. ABD postalları zaten her yerde var. Serin tuttukları için çok da tutuluyorlar.

Biraz da onu kurcaladım. Öğrendiklerim:
ABD askeri, çıkıyor üsten dışarı. Silahını, yeleğini, postalını vs. satıyor. Sonra üsse geri dönüyor. "Teröristler tarafından saldırıya uğradım. Silahımı vs. aldılar. Bir ara gafletlerinden yararlandım kaçtım. Canımı zor kurtardım." diyor. Bunu bazen grup halinde yapıyorlar.

Türkiye'de olsa bile, bunu diyen adamı sorgulamak etik olarak zordur. Amerikalılarda zaten o tarz bir zihniyet olmadığı için, akıllarından bile geçmiyor bu hadise. Direk güven üzerine kurulu bir sistemleri var. Zaten bu satış aklını verenler de Araplar.

Gene aynı şekilde üsteki mühimmat depolarından da pek çok malzemeyi dışarı götürüp satanlar var. Gene aynen rapor tutuluyor. Tutulmasa da kimin umurunda. Kayıp diye giriyor kayıtlara.

Buradaki önemli bir nokta da, oradaki askerin çoğunun çapulcu olması. Çünkü çoğu ABD vatandaşı bile değil. Green Card hesabına gelmiş, 4 yıl askerlik yaparsa ABD vatandaşı olacağı söylenmiş değişik milletlerden insanlar. Filipinli, Çinli, Panamalı, Afrikalı vs tonla insan. Bunlar zaten çok büyük rahatlıkla yapıyorlar bu işi.

Denetim diyeceksiniz... Ne yazık ki ordularında disiplin sıfıra yakın. Denetim de hak getire. Kimse neyin ne olduğunu bilmiyor. Kaldı ki askerlerin 3 aylık rotasyonları var. Bir asker 3 ay kalıp, geri dönüyor. Ne yaptıysa yaptı. Yerine gelenler neyin ne olduğunu öğrenene kadar... Herşey karman çorman yürüyör.

Bu sefer Anakonda üssündeyim. Bağdat'in 80km kuzeyinde, ABD'nin Irak'taki en büyük hava üssü. ABD askerleri ihbar üzerine bizim Türk şirketlerinden birinin şantiyesinde arama yapıyor... Ve bir sürü malzemenin yanında, havan topu ve mermileri bulunuyor... Adamlar dumur. Her gece üsse havan saldırıları yapıldığı bir hengamede, Türk şantiyesinden havan topları çıkıyor. Hem de teröristlerin kullandıklarından... Sorguya çekiyorlar bizimkileri. İş anlaşılıyor... ABD askeri teröristlerden ele geçirdikleri malzemeleri bir yere yığıyor. Bizimkiler de oraya girmenin yolunu bulmuş. Zaten ne bekçisi var, ne de tel örgüsü... Giriyorlar, akıllarına ne eserse "beleş mal" hesabı alıp götürüyorlar. Hatta teröristlerden ele geçirilen, bir kısmı bozulmuş araçları attıkları yere gidip, araçları tamir edip, üstüne bir de üs yönetiminden üsse giriş kartı çıkartıp kullanıyorlar. Amerikalılar bunu öğrendiklerinde bayağı bi dumur oluyorlar. Hadi hepsini geçtik de, insan beleş de olsa, havan topunu ne yapmak için alır... diye. Ama bir işlem de yapmıyorlar. Üstünü kapatıp geçiyorlar.

2005 ortaları. İzin dönüşü Türkiye'den uçağa binmişim. Anakonda'ya iniyoruz. İndiğimiz pistte hiçkimse yok. 40 işçi ve ben, yanımızda 2-3 ton malzeme, uçağı boşaltıyoruz. Birazdan pickuplarla üsteki şantiyelerden bi 40 kadar işçi yanlarında malzemelerle geliyor. Onlar da izne gidecek elemanlar. Yanlarında gene tonla malzeme. İnsan ve malzeme değiş tokuşu yapılıyor. Sonra biz pickuplarla şantiyelere dağılıyoruz... Tüm bu esnada, ortamda tek bir Amerikalı yok. Pistin girişindeki kontrol kontasından bile elimizi kolumuzu sallayarak geçiyoruz.

Ne gidenleri arayan var. Ne gelenleri. Ne getirdik, ne götürüyoruz, umurlarında değil. Üsten nükleer başlık çalmış olsak, rahatça götüreceğiz. Üsse kimyasal silah getirmiş olsak, rahatça getireceğiz...

ABD'yi gözünüzde fazla büyütmeyin. Ordusunu da. Teknolojik üstünlükleri olabilir ama, asker-piyade olarak acz içindeler. Eğitim olabilir ama, disiplinin zerresi yok. İtaat deseniz hak getire. Bağdat merkez, kafasına göre herkes.

Ha bunları bildiğim için, ABD "silahlar kayıp" dediği zaman ben içimden gülüyorum. Evet kayıptır... Engelleyebilecek güçleri de yok o ortamda. Ama halk bunu duyduğu zaman "koskoca ABD, nasıl kaybeder. bizzat eliyle veriyordur" diye düşünüyor o ayrı.

Ha vermiyor mudur? Ayrıca veriyordur da. Ama onlar kayıtdışı olarak veriliyordur. Kayıp olduğu bildirilen 190bin silahın içinde yoktur bunlar. O 190bin kayıp silahın çoğu Irak karaborsasında satılan, hatta yarısı kaçak yollarla Türkiye'ye giren ve el altından ruhsatsız satılan silahlar...

24 Temmuz 2007 Salı

22 Temmuz Sonrasi Analizi

Buces forumundaki iddialara cevaben:

Egitimli=CHP, Cahil=AKP
==================================
Halk egitimsiz oldugu icin AKP'ye oy verdi diyenler...
AKP Ankara'da %48 oy alarak CHP'yi ikiye katladi... Bu Ankara'nin Turkiye'nin en egitimsiz illerinden biri oldugunu mu gosteriyor?

Sadece kendi cevrenize bakarak ulkeyi yorumlayabileceginizi dusunuyorsaniz, yaniliyorsunuz. "Benim cevremdeki egitimli insanlar CHP'ye verdiyse, egitimli insanlar CHP'ye, cahiller AKP'ye oy verdi" gibi bir zihniyetiniz varsa, bu sizin hakliliginizi degil, tek tip bir cevreye sahip oldugunuzu gosterir.

Benim cevremdeki insanlarin cogu ODTU-Bilkent mezunu. Ne gariptir ki cogu AKP'ye oy verdi. O zaman egitimliler AKP'ye verdi, cahiller CHP'ye mi demeliyim?
==================================

Sincan'da tanklar yurudukten sonra RP'nin oylari artmaliydi:
==================================
Sincan'da tanklarin tepkisi RP degil AKP oldu. Cunku Erbakan 28 Subat sonucunda dik durmadi. Boyun egdi ve onune gelen herseyi imzaladi. Koltuk sevdasiyla muhafazakar kesime sirtini donmekten cekinmedi. Halk da cezasini verdi. 22 Nisan civariydi sanirsam. Tayyip Erdogan'in cok baski altinda oldugu ve baskilara dayanamayarak Tulay Tugcu veya benzer birisini aday gosterecegi geldi kulagima. "Eger oyle yaparsa, halk Erbakan'a vurdugu tekmeyi ona da vurur. Dik dursun.
Kim ne yapmaya kalkarsa kalksin, halk arkasinda olacaktir." dediydim. Son gece kararini degistirerek Abdullah Gul'u aday gosterdi... O karar ve sonrasinda dik durmasi sonucu bu secimde oylarini bu kadar artirdi. Yoksa geri adim atip, baskasini aday gostermeye kalksaydi, %30u zor alirdi.
==================================

27 Nisan:
==================================
27 Nisan gecesi, muhtirayi duydugumda Babamla konustuydum.
"Bu acaba ABD'nin AKP'yi tekrar iktidara getirmek icin oynadigi bir oyun mu? Asker bu kadar sig goruslu olamaz" dediydim. Babam da "ihtimal oglum, ihtimal" demisti.

Ayni gece burada Ordunun geri adim atacagini, Tayyip Erdogan'in dik duracagini da yazdim. Hatirlayanlar vardir...

Gene ayni gunlerde "Ordu CHP'ye darbe yapsin, Baykal, Agar ve Mumcu'yu AKP'ye yardim ve yatakliktan Yassiada'ya kapatsin" diye de yazmistim.
==================================

Cumhurbaskani Adayi:
==================================
Burada dikkatinizi bir noktaya cekmek istiyorum.
Secim sonuclari aciklandiginda, AKP binasi onunde toplanan kalabalik, "Bas ba kan Er do gaan" diye bagirmadi... Oyle bagirmalari gerekiyordu oysa. Secimin galibi olan ve tezahurati hak eden parti baskani Erdogan'di cunku...

Ama "Cum hur bas ka ni, Ab dul lah Gul" diye bagirdilar...
Bu bile AKP'nin neden bu kadar oy aldiginin bir gostergesidir.
Tayyip Erdogan'in karizmasindan one gecmistir cumhurbaskanligi ustune oynanan oyunlar.

Hatta hatirlayan varsa, sonrasinda bir amigo "Durmak Yok, Yola Devam" dedi mikrofondan. Halk ona da tempo tutmadi... "Yola Devam"i cok umursayan yoktu yani

Tayyip Erdogan bu sahneyi izlediyse, Gul'un adayligina ses cikaramayacagini cok iyi anlamistir. Ama uzerine sorumluluk almaktan kacarak, karari Gul'un boynuna yikmaya calisacaktir. Simdiki soylemine devam edip, "Aday olmak kendi kararidir, ben karisamam" diyerek kenara cekilecektir. Sonra olusmasi muhtemel yildirimlari Gul'e yonlendirecektir.

Eger ki Erdogan, Gul yerine baskasini aday gostermek isterse, Gul'un bu karara uymayarak aday olacagindan da emin olabilirsiniz. Ve oldugu takdirde secileceginden de. Bu da Erdogan'in isine gelecektir. "Ben uzlasalim dedim ama, uzlasmak istemeden adayligini koyan o oldu" anlamina gelen sozleri ustaca soyleyerek siyrilacaktir isin icinden.
==================================

Uc Erk:
==================================
AKP'nin hem Basbakanlik, hem Meclis Baskanligi hem de Cumhurbaskanligini elinde tutmasina siddetle karsi cikilacaktir. Bu durumda Erdogan Meclis Baskanligini CHP ya da MHPli birine teklif edecektir. Ama Arinc da bu durumda sessiz kalmayarak tekrar adayligini koyacak ve (artik parti yapisi degistigi icin ihtimal dusmus de olsa) secilebilecektir.
==================================

Darbe:
==================================
Ihtimali hala mevcut. Ama once ortam hazirlanmasi gerekecek. O da biraz zor gibi duruyor... Oteki turlu, durduk yerde darbe yapmaya kalkarlarsa ortalik cok karisacak. Cunta-Anti Cunta gibi kavramlari gorecegiz. Gene bir ihtimal Ordu icinde ABD-Rusya+Cin kavgasini izleyecegiz.
==================================

5 Yil iktidar:
==================================
Iktidarin omru en fazla 1.5-2 sene civarinda olacak. 5 yil degil.
==================================

27 Nisan 2007 Cuma

Türk Darbeler Tarihi ve 27 Nisan Muhtırası

(Buces Forumunda 27.04.2007 gecesi saat 03:25'te yazılan yorumdur)

Türk tarihinde darbeler 3.5 adet değildir. Çok, çok fazladır. Ama ceremesini sadece halk çekmiştir. Sonuçları kaybedilen vatan topraklarıdır.

Sene 1826. Yeniçerilerin defalarca kazan kaldırması ve sadrazamları (dönemin hükümet başkanları) asması, padişahları bile keyiflerine göre tahttan indirmeleri artık gına getirmiş, ve Yeniçeri Ocağı kaldırılmıştır. Tarihe "Vaka-yı Hayrıye(Hayırlı Olay)" olarak geçen bu olay, aslında Osmanlı Tarihinin en bahtsız olaylarından birisidir.

Ve aradan 1 yıl geçmeden, Navarin'de demirli Osmanlı donanması yakılarak yok edilmiştir. Hemen sonrasında Rum isyanı çıkmış, isyanı durduracak askeri gücü olmayan Osmanlı Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa'dan yardım istemek zorunda kalmıştır. 1828 yılında Rusya da Osmanlı'ya savaş açmış, olay Yunanistan'ın bağımsızlığını kazanması ile sonuçlanmıştır. Osmanlı'daki zaafı bu şekilde iyice gören Mehmet Ali Paşa da saraydan yetkileri ve yetki alanı konusunda aşırı isteklerde bulunmaya başlamış, bunlara bir süre sonra "dur" denilince de, isyan etmiş, İstanbul'a kadar ordusuyla gelmiştir.

Gelebilmiştir çünkü Osmanlı'nın ordusu yoktur. Yeni ordu da kurulum aşamasındadır. Mevcut az bir kuvvetle Konya'da çarpışarak yenmiştir de. Osmanlı Rusya'dan yardım istemek zorunda kalmış, boğaz sırtları Rus askeri çadırları ile dolmuştur. İstanbul'u işgali ancak bu şekilde engellenebilen Mehmet Paşa ile anlaşma yoluna gidilmiş ve bu da Mısır'ın de-facto bağımsızlığı ile (Mısır hidivliğinin veraset yolu ile Mehmet Ali Paşa'ya bırakılması) sonuçlanmıştır.

Osmanlı kendisini zar zor toparlamış ama, 1865'te Genç Osmanlılar faaliyete geçmişlerdir. Osmanlı Milliyetçiliğini savunan bu gençler, destek aradıkları bazı etnik grupları ikna etmişlerdir. Ama sonuç onların desteği değil, ayaklanması olmuştur.

1876 yılında Osmanlı otoritesinin iyice zayıflaması üzerine önce Bulgar İsyanı çıkmış, arkasından Karadağ Osmanlı'ya savaş ilan etmiştir. Hemen akabinde de zaten yeterince güçlenmiş olan Genç Osmanlılar, darbe yaparak Abdülaziz'i tahttan indirmişler, Meşrutiyet'i ilan etmişlerdir...

Ama 1877'de içerideki boşluğu gören Rusya fırsatı kaçırmayıp Osmanlı'ya savaş açmıştır. Sonucunda da 1878 yılında Sırbistan, Karadağ, Romanya ve Bulgaristan bağımsızlıklarını kazanmıştır...

Temmuz 1908'e gelindiğinde, bu sefer İttihatçılar darbe yapmışlardır. Ama aradan 2.5 ay geçmeden, önce Avusturya Bosna-Hersek'i ilhak etmiş, hemen akabinde de Girit Yunanistan'a katılma kararı almıştır.

Rejim kavgası içinde kalan Osmanlı'nın tepkisi, sadece olayı büyük devletler nezdinde protesto etmek olmuştur. Bizden zayıf durumda olan Avusturya'ya bile, bir karşı isyan olursa onu bastıracak askerin İstanbul'da durması gerektiğinden savaş açamamışızdır. Olay bu topraklara karşı bir miktar tazminat alabilmemizle sonuçlanmıştır...

Askerin siyasete olan müdahaleleri, 1908 yılına kadar Osmanlı'ya çoook şey kaybettirmiştir... Ki sonrası çok daha açıdır.

Temmuz 1908'de Meşrutiyet'in ilanı sonrası, rejim kavgaları sürerken gerçekleşen Bosna-Hersek, Girit hadiseleri ve bunlara karşı bir tepki gösterilememesi halkı galeyana getirmiştir. Bundan yararlanmak isteyen Ahrar Partisi (İttihatçılara muhalif olan liberal grup), halkı din noktasında kışkırtmış, Kör Ali önderliğinde bir ayaklanma başlatılmıştır. İsyancılar saraya kadar yürüyerek, padişahın tekrar ümmetin başına geçmesini ve şeriatın geri getirilmesini istemiştir. Bu arada erler arasında da ayaklanmalar çıkmış, Taşkısla'da bir grup asker, Cidde'ye gönderilmeyi kabul etmeyip, kışla önünde silah çatarak komutanların emrine kafa tutmuştur. Bu askerlere karşı ordu harekete geçmiş, üçünü öldürüp bir kısmını yaralayarak isyanı bastırmıştır.

Sonrasında İttihat ve Terakki'ye ağır suçlamalar gelmiş, gizli bir örgüt olarak hükümete karşı dışarıdan müdahale etmeleri eleştirilmiş ve siyasi parti kurmaları istenmiştir. Sonrasında da seçimler yapılmış ve meclisin çoğu İttihatçıların eline geçmiştir.

Ama bakanlık yapacak yetişmiş kadroları yoktur. O yüzden başbakan(sadrazam) olarak İngiliz yanlısı Kamil Paşa'yı iktidara getirmişlerdir. Bahriye ve Harbiye Nazırlıklarına da (Deniz Kuvvetleri ve Savunma Bakanlıkları) kendi istedikleri adamları seçtirmişlerdir.

Kamil Paşa 3 ay sonrasında İttihatçıların iktidar üzerindeki gücünü kırabilmek için Bahriye ve Harbiye Nazırlarını değiştirmiştir. Bunun üzerine İttihatçılar açıklama istemiş, Başbakan Kamil Paşa da "dış devletler ve dış sorunlarla alakalı" olduğunu söyleyip, hemen açıklama yapamayacağını söylemiş, bunun üzerine Beşiktaş açıklarındaki donanma iki adet dilekçe göndererek Başbakandan açıklama istemiş ve Anayasanın tehlike altında olmadığına garanti vermesini istemiştir. Başbakan Anayasaya göre bu sorulara cevap vermek için 4 gün hakkı olduğunu söyleyerek vakit istemişse de, aynı gün İttihatçılar meclisi toplantıya çağırmışlar, gensoru verdirerek hükümeti düşürmüşlerdir bile. Bunlardan haberi olmayan Başbakan, askerin işe karışması sonrası istifa dilekçesini vermeye Padişah'a gitmiş, ama orada meclis tarafından
azledildigini öğrenmiştir... Yeni başbakan Hüseyin Hilmi Paşa'dır.

Bu olayın sonrasında Hüseyin Cahit Yalçın "Anayasayı kurtarmış olduklarıyla" övünmüştür.

2 ay sonrasında İttihad-ı Muhammedi diye bir grup kurulmuş, Volkan gazetesinin kışkırtmalarıyla bir ayaklanma başlamış, kısa sürede büyümüştür. Tarihe 31 Mart ayaklanması olarak geçen bu olayda toplanan kalabalık Savunma Bakanı ve Meclis Başkanı'nin istifasını istemişlerdir. Hükümet gene istifa etmek zorunda kalmıştır. Hüseyin Hilmi Paşa'nın yerine bu sefer Tevfik Paşa Başbakan olmuştur...

İttihat ve Terakki bir gün içinde çökmüş, yerini Ahrar Partisi almıştır. Dini tekrar siyasete alet eden Ahrar Partisi istediğini elde etmiş, anlamsız bir şekilde şeriat isteyen halk 1 Nisan'da hükümet değişmesi sonrası hükümetin devrilmesi sonucu dağılmış ve meydan tekrar
politikacılara kalmıştır.

Ama bu arada Makedonya'daki İttihatçı 3. Ordu Padişahı Anayasaya aykırı hareketle suçlamış, meşru bir hükümeti devirdiği için hesabını soracaklarını bildirmiş ve 4 Nisan günü İstanbul'a doğru harekete geçmiştir.

Mahmut Şevket Paşa komutasındaki "Hareket Ordusu" 11 Nisan'da İstanbul'a ulaşmış, Padişahı tahttan indirmekle işe başlamışlardır. Sonrasında tekrar hükümet değişmiştir. Hüseyin Hilmi Paşa tekrar başbakan olmuştur.

Bu arada Mahmut Şevket Paşa kendisine 1, 2 ve 3. Orduların Müfettişi ünvanını vermiştir. O güne kadar olmayan böyle bir makam ile, Savunma Bakanının da, Hükümetin de denetimi dışında kalmış ve sıkıyönetim süresince kendine sınırsız bir yetki tanımıştır. (Ki bu sıkıyönetim 2 yıl daha devam etmiştir.)

Sonrasını zaten biliyorsunuz. Tekrar tekrar hükümetler değişmiş,(1 yılda 5 defa), siyasi cinayetler devri başlamış, iş Enver Paşa'nın 1913'de tekrar darbe yaparak iktidara gelmesine kadar sürmüştür.

Bu arada 1909 anayasasında değişiklikler yapılmış, Padişahın bakanlar için aday gösterme ve icabında görevden alabilme hakları elinden alınmış, "Vatana zararlı gördüğü kişileri sürgün edebilmesi" hakkı dahil pek çok hakkı kısıtlanmıştır. Bu durumu o dönemde "Hükümdar olan ama hükmetmeyen padişah" olarak tanımlamışlardır. Padişahın artık devletteki görevi kabine ya da meclis tarafından alınan kararları onaylamak olmuştur...

O dönemde de ordunun siyasete karışması üzerine tartışmalar başlamıştır. (Mesela İttihatçı Hüseyin Cahit Yalçın, Ordunun Anayasayı savunma görevi doğal kabul ediyor, ama meşruti bir rejim kurulduğuna göre artık daha fazla müdahalesinin gereksiz olduğunu savunuyor. Ordunun hükümet işlerine daha fazla karışmaya devam etmesinin de devletteki ve ordudaki disiplin açısından zararlı olduğunu anlatıyor. Sonuçta da İttihatçılar, asker üye almama kararı
alıyorlar.)

Çok sonraları Atatürk de bu fikri şiddetle savunmuş ve siyaset yapacak askerin üniformalarını çıkarmalarını (istifalarını) istemiştir.

Görebileceğiniz gibi, 1908 sonrası dönemin siyasi yapısı (Padişah=Cumhurbaşkanı, Sadrazam=Başbakan, Nazırlar=Bakanlar diye çevirince) bugünkünden farklı değildir. Ve olan olaylar da çok farklı değildir.

2007'de darbe olmaz diyenlere, 1960'da da "Üzerinden 50 yıl geçti o günlerin, artık devir değişti" diye düşünenleri hatırlatırım.

Formatları değişmiştir. Ama bu bin yıllık gelenek aynıdır. Ve sonuçları da her daim aynı olacaktır.

Kaybeden Halk, Kaybeden Türkiye.

Bu girişten sonra gelelim işin özüne ve bugünkü yorumuna...
Ne "Genç Osmanlılar", ne de "Jön Türkler" bu işleri tek başlarına yapmamışlardır. Batının çok büyük desteğini görmüşlerdir.

Mahir Kaynak da "Darbeli Demokrasi" kitabında 60, 71 ve 80 darbelerinin tamamının arkasında dış güçlerin olduğunu ve bu darbelerin rejim kaygılarından çok bir ülkenin (İngiltere veya ABD veya Rusya) menfaatlerini korumak için yaptırıldığını anlatmış ve güzelce açıklamıştır.

Peki şu an için öyle bir durum söz konusu mudur?

Bana sorarsanız tam tersi söz konusudur. ABD'nin Türkiye'nin içişlerini kendi haline bırakması imkansızdır. Çünkü Türkiye onlar için tüm Avrupa'dan da daha kıymetli bir ülkedir. O yüzden karışacaklardır. (Çin, Rusya, İran ve bunların güdümünde olan/yakınlaşma ihtimali olan Orta Asya Orta Doğu devletlerini düşünürseniz, böyle bir hadise gerçekleştiğinde dünya enerjisinin %80'€ini kontrol edecek bir Çin/Rusya'ya karşı ABD ve AB'nin ne duruma düşebileceğini de hesaplayabilirsiniz... Ama buna karşı Federatif-Ilımlı Müslüman bir TR önderliğinde bu ülkeleri bir araya toplayarak AB gibi bir birlik oluşturabilirlerse, o zaman Çin, Hindistan, Japonya çok zor duruma düşecek ve tüm dünya dengeleri değişecektir. Türkiye bu yüzden çok önemlidir. (Türki Cumhuriyetlerin ve Müslüman devletlerin olası bir ittifakında lider konumu oynayabilecek başka bir ülke yoktur çünkü...)

Federatif Türkiye isteyen ABD, bu noktada AKP'yi destekleyecektir. Ulusalcılara karşı tavır alacaktır. (Neden milliyetçi veya vatanperver vs. tarzı bir isim değil de Ulusalcı... Düşündünüz mü? "Ulus Devlet" kavramı yerine getirilmesi düşünülen "Federal Devlet" kavramına karşı bir oluşum olduğu için...)

Eğer öyle yaparsa bir kaç ihtimal olur:

1. Yaşar Paşa geri adım atar.
a) Yanlış anlaşıldık der.
b) Açıklamaların devamı gelmez.

2. Yaşar Paşa geri adım atmaz.
a) ABD ordu içinde farklı düşünen bir cunta ayarlamaya kalkabilir.
(bkz. 9 ve 12 Mart 1971 Cuntaları).
b) Piyasadan yüksek miktarda para çekilir. Ekonomik kriz yaratılır.

Bu durumlarda da, Yaşar Paşa ya geri adım atar, ya da sonuna kadar direnir ve ABD'ye de kafa tutar. Ülke içinde de bir konsey kurarak işleri eline alır.

Yok ben olayı yanlış çözümlediysem, ya da ABD fikir değiştirdiyse ve Yaşar Paşa'yı destekliyorsa...

1. Tayyip Erdogan paşa paşa geri adım atar.
a) AKP Genel Seçim kararı alır.
b) Toplu AKP İstifası sonrası Cumhurbaşkanı Genel Seçim kararı alır.

2. Erdogan direnir
a) Darbe
b) Daha ağır bir muhtıra / Ekonomik kriz

Burada 1.a durumunda RTE oyunu artırarak gelebilir de, gelemeyebilir de. Muhtıra basına yansımadan olsaydı, oyu düşerdi o kesin de. Şimdi işler değişebilir.

1.b durumunda, oyunu katlayarak gelecektir. Bu durumda a) Darbe... şeklinde kaşedi baştan izleriz. Tek çaresi tekrar RTE'yi siyasi yasaklı yapmak... O da çözümsüz kalır geçenki
yasak denemesinden sonra...

2.a durumunda halkın sokaklara döküleceği ve belki Tiananmen Meydanı tarzı olayların yaşanacağı kesin. Tankların önüne yatmış insanları hayal edebiliyorum. Çünkü 60-71-80 arasında 10'ar sene vardır. Bir darbenin ne kadar yıkıcı olduğunu görenler bir sonraki darbede hala aynı nesildir. Ama şimdi hayatında darbe görmemiş bir nesil var. 27 senedir bunu yaşamamış ve bugüne kadar darbelere karşı söylenen onca sözü duymuş ve darbeden nefret eden bir nesil var... O yüzden bu seferki 71 veya 80deki gibi sessiz sedasız olmayacaktır bence...
-----

Sonuç?

Bence hala Gül'ün Cumhurbaşkanı olma ihtimali yüksek. Tabi buna Tayyip Erdogan'in da Cumhurbaşkanlığı olasılığı da eklendi artık. İkisinin de siyaset sahnesinden silinmeleri de ihtimal hesaplarına girdi ama o ayrı.